ABD Batıyor mu Ne?

Amerikan toplumu artık ekonomik krizleri daha derinden hissetmeye başladı…

Dev bütçeler, devasa imkânlar, dünyanın tüm sermayelerini sevk ve idare eden para ve finans merkezleri, istediği kadar para basabilme keyfiyeti, muazzam ihracat bütçeleri bile toplumu, huzur ve refah içinde yaşatmaya yetmiyor.  Çünkü Amerikan toplumunun da artık yaptıklarının faturasını ödeme saati yaklaştı… Tabii ki hiçbir şey, ha deyince olmaz.

Allah “yerleri ve gökleri altı günde yarattım” derken dikkatimizi, eşyaya koyduğu tedricilik (olayların bir sıra içinde gerçekleşmesi) yasalarına yöneltiyor. Her şeyin bir zamanı ve miktarı vardır. Her doğanın, bir eceli, bir fıtri ömrü vardır. Amerika’nın da…

Ve şu da bir gerçek ki hemen hemen hiçbir insan ve toplum, kendisine takdir edilen süreyi, bitimine kadar kullanabilmiş değil. Çoğu vaktinden önce göçüp gittiler. Denilebilir ki her giden vaktini tamamlamadan gitti, her yıkılan günü gelmeden çöktü. Çünkü zalim olmaktan kendilerini kurtaramadılar.

Evrendeki en güçlü muharrip (tahrip edici), en büyük terminatör (yıkıcı) zulümdür. Hasma zarar verir ama sahibini yok eder! Ve yazık ki, hiçbir insan ve toplum kendini o afetin şehvetine kapılmaktan kurtaramıyor.

Mukadderat, miadına ulaşabilme hakkını sadece, evrende geçerli fiziki ve sosyolojik yasalara mutabık, adil ve bilgi kaynaklı yaşayanlara sunuyor. Kim bilgiye dayansa ve eşyadaki yasalara uygun hareket etse o yükselir, o uzun yaşar.  Ama insan zalûm ve cehûl olduğu için, müdahil olduğu her şeyi ihtirasının etkisiyle bozuyor, mihverinden çıkarıyor…

Amerika doğru ve insan fıtratına uygun bir yönetim şekli edindiği için yükseldi, dünyanın en güçlü toplumu haline geldi. Fakat yazık ki zamanla o gücün sihrine kapıldı ve zulmetmeye başladı…

Güç arttıkça hırs çoğalıyor, hırs arttıkça da daha çok daha çok diyerek insanı zulüm işlemeye sevk ediyor. İşte Amerika’nın ve onu var eden toplumun tutulduğu hastalık bu! O da şimdi kendi akıbetine doğur hızlı adımlarla koşuyor…

Evet, her olayın, her nimetin, her belanın bir vakti ve süresi vardır. Dua ve doğru hareket, sadece toplam zamanı kullanmayı sağlar. Takdir edilen zamanın ötesine geçmeyi değil…  Sadakanın ve alçak gönüllülüğün ömrü uzatması, ona yeni zamanlar katmak anlamına gelmez. Takdir edilen miktarın tamamını veya ona yakın bir kısmını kullanma kabiliyeti kazandırır…  “Her bir şey kendi vakti tarafından rehin alınmıştır”.

Amerikan toplumu da devlet örgütü de bir mahlûktur. Doğdu, büyüdü ve günü geldiğinde ölecek. Ancak toplumların ömrü ile kurdukları devletlerin ömrü aynı olmaz. Milletler uzuuun yaşayabilirler. Ama kurdukları devletler, eğer bilgi, adalet ve evrensel insanî değerlere mutabık bir yönetim edinirlerse asırlar asırlar boyu yaşarlar. Yerini sevmiş bir çam, sedir ağacı ve sekua gibi…

Devletlerin ömrünü uzatan bilim ve adalettir. Güç, servet ve zenginlik değil. Firavunun, servetini ve  finansal gücünü temsil eden Karun, bir gecede yerle bir oldu. Aynı bela Amerika’nın da başına gelmek üzere! Finansı elinde tutanlar, sermayelerini başka merkezlere yönlendirseler Amerika biter. Ve Amerikan halkı tüketim toplumuna dönüştüğü için kanaat etmeyi de unutmuşlar. Yani bir tek borsa hareketi veya yanlış faiz politikası ekonomisini yerle bir edebilir ve eder.  Kibir, küstahlık ve adil olmaya ihtiyaç duymama hali, fanatizm ile birleşti mi en sağlam toplumları bile dağıtır.

Sovyetlerin marazı oydu ve Tabii Amerika’nın da.  Amerika da tıpkı kendisini ölümsüz sanan SSCB gibi zulüm yolunu ihtiyar[1] edince çöküşe geçti. Hatırlayın SSCB, hem de en yüksek kalkınma hızını gerçekleştirdiği yıllardan birkaç kaç on yıl sonra çöktü gitti… Tabii ki onu kuran Rus halkının ekseriyeti, o devletin yaptığı zulüm ve katliamların müsebbibi olmadığı için o devlet yıkıldı fakat halk devam etti. Eğer Firavun, Hud ve Lut kavimlerinde olduğu gibi halk da zalimlerinin yanında yer alıyor olsa o zaman devlet ile birlikte halk da imha edilir. Bu bir ilahi -dileyen doğa desin- yasadır.

Bu hükmün Amerikan toplumu için işlerlik kazanmaya başladığını hadiseler gösteriyordu. Yaşanan bir protesto, halkının -en azından bir kısmının- da ne kadar azgınlaştığını gösterdi.  Mamafih Amerika’nın yıkılışı SSCB’nin yıkılışı gibi olmaz. Çünkü Rus halkı sistemin mağduru idi ve mazlumdu. Amerikan toplumu ise sistemin korucusu ve koruyucusu…  Amerika’nın yıkılışı Sovyetlerinki kadar acısız olmaz. Çünkü devletin işlediği zulümlerin ekseriyetinin arkasında halkın da iradesi var…

İşte gördünüz. Ülkede yaşanan ekonomik kriz, toplumun bazı kesimlerinde akıl tutulmasına yol açmış durumda. Bu tür tepkiler, krizin artması nispetinde daha da artacağa benziyor. Geçtiğimiz Pazar günü gerçekleşen bir eylemde muhalifler, güya Müslüman olan Obama’ya tepkilerini ortaya koyarken ‘Allah’a boyun eğen bir başkan istemiyoruz” diye nasıl bir hak edişe doğru yöneldiklerini gösterdiler…

Obama’yı protesto edenler güya muhafazakâr olan ‘Freedom Watch’ (Özgürlük Bekçileri) adlı bir grup. Grup adına konuşan Larry Klayman adındaki ahmağın küstahlığına bakın! Obama’yı Allah’a -yani Müslümanların tanrısına- inandığı için suçluyor. “Obama ‘biz insanların’ -kendileri insan(!) olunca geride kalanlar hayvan. Siyonist mantığı- başkanı değildir. ABD Allah’a boyun eğmiş bir başkan tarafından yönetiliyor. O bizim ve bu halkın başkanı değil. Obama’dan elindeki Kuran’ı bırakmasını ve istifa etmesini bekliyoruz’  diyor yanındakiler de onu alkışlıyor.

Bunula da kalmıyor, toplumun ‘ekabir-i mücrimiha’[2]larından olan Sarah Palin adlı senatör de  ‘Halkımız korkak olmadığını kanıtladı. Bizim de ordumuzun, halkımızın ve gazilerimizin piyon olarak kullandığı bir oyuna karşı korkmaya hakkımız yok’ açıklamasını yaptı.

Bundan yıllar önce, bir yazımda Rahman Suresi’ndeki  “Senufriğu leküm eyyühe’s-Sekalân” ayetinin işaretiyle, fazla uzak olmayan bir zaman dilimi içinde, mukadderatın, iki süper gücün –Amerika ve Rusya’nın- de icabına bakacağını anlatmıştım. Evet, o yazıdan kısa bir müddet sonra SSCB dağıldı… Şimdi sıra Amerika’da! Size tuhaf gelebilir ama tüm işaretler, Amerika’nın başının dertte olduğunu gösteriyor… 2038’e kadar sabredin…

İLKER BAŞBUĞUN BAYRAM MESAJI

Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ bir bayram mesajı yayımladı.

Merak ettim.

Çünkü Sayın Başbuğ’un aklımda kalan en çarpıcı resmi, bir basın toplantısında, balyoz davası üzerinde çalışan savcıları ve milleti tezyif edercesine elindeki lav silahını göstererek “bu boru ile mi darbe yapılacakmış” dediği sahnedir!

O sahnede Genelkurmay Başkanı olmanın ona verdiği güçle kendini aynı azmanda mutlak haklı pozisyonunda, karşısındaki herkesi de -ve tabi savcıları ve hâkimleri de- hiçe sayarak yaptığı konuşması hep aklımdadır. İçimden, şu kibrin bir faturası olur mu acaba diye düşünmüştüm…

Sonra tutuklanıp içeri alınınca ne söyleyeyim, yine de büyük rütbeli bir askerimizin o hale düşmesine üzüldüm. Keşke yapmasalardı diye hayıflandım. Çünkü ne de olsa devlet umuru görmüş ve devlet geleneğini bilen biri olduğunu düşünmüştüm.

Yıllarca peygamber ocağı diye bilinen ordumuzun başkumandanlığını yapmıştı ne de olsa! Hamasi tarafım onu kolluyordu hep. Çünkü görevi devralırken nispeten daha sivil sayılabilecek bir yaklaşım sergilemişti. (Başbuğ ve İdeolojik Muhalefet Döneminin Sonu)

Yani suçlu görülüp tutuklandığında, ona farklı bir muamelede bulunulsaydı, mesela o yüksek görevine binaen affedilseydi belki de “hop ne oluyor bile demezdim!”

Ama onun şu bayram mesajını okuyunca hayal kırıklığına uğradım. Osmanlıda, devlette hizmet görenler, bir hata anında kellelerini  verdiklerinde tek şey söylerlerdi:

“Allah devlete zeval vermesin!”

Bunun en güzel örneği Osmanlı Başkumandanı Merzifonlu Kara Mustafa paşadır. Başka da örnekleri vardır elbet. İslam öncesi Türk devlet geleneğinde de aynı şey vardır. Çünkü devlet amalığı ve askerlik bir tür millet adına kendini feda etme makamlarıdır. Kan kusarken bile, devletini kınamazlardı! Vakti geldiğinde belki hasımlarından intikamlarını da alırlardı ama böyle aleni bir şekilde ülkeyi ikiliğe, ayrışmaya zımnen de olsa teşvik etmezlerdi.

Sayın Başbuğ, mağdurluk psikolojisiyle bir şeyler söylüyor ama sözünün nereye varacağını hiç düşünmüyor. Söyle diyor mesajında:

“Son yıllarda yargı alanında yaşanılan hakkın çiğnenmesi ve zulümler, toplumumuzun zihniyeti ve davranışları ile birbirlerini dışlayan parçalara bölündüğünü göstermektedir. Gün geçtikçe de bu bölünmüşlük derinleşmektedir” .

Bu cümleler bir askere hiç yakışmıyor. Velev ki dediğiniz gibi olsun sayın paşam. Ülkenin bölündüğünü, söylemeyi nasıl kendinize yakıştırabiliyorsunuz? Siz yönetmeyince ordu Türk ordusu olmaktan mı çıktı? Bölünmeyi siz mi önlüyordunuz ki siz içeri girince memleket bölünmeye gider oldu… i içerdesiniz diye ülkede asker mi kalmadı. Koca orduya hakaret değil mi?. Onlar bölünmeye müsaade ederler mi sizce?

Aksine,  “Yok öyle bir şey. Bu ülke dimdik ayakta ve ilelebet de ayakta kalacaktır. Allah millete zeval vermesin” demeli değil miydiniz?

Sayın Erdoğan’a ve temsil ettiği eğilime öfkeniz, ülkenize olan sevginizi örtmemeliydi. Demek ki siz Merzifonlu‘nun yerinde olsaydınız…

Bu toplumun büyük bir kesimi uzun bir müddet kendini zulme duçar bildi ve baskı altında hissetti. Bir kere isyan bile etmedi. Seçtiği ve sevdiği başbakanını astınız, size karşı çıkmadı. Onun sevdiği hiçbir lideri siz sevmediniz ve rahat bırakmadınız. Canınızın istediğine karşı darbe yaptınız. Oysa bütün onlar halkın seçtiği ve istediği idi. O zaman zulüm yoktu da, bütün belgeleri ile darbe teşebbüsüne kalkışanların yargı tarafından cezalara çarptırılması mı zulüm oldu?

“Yüce Allah; haksızlığa ve zulme uğradıktan sonra kendilerini savunanlar kınanmaz ve böyleleri aleyhinde bulunulmaz, diye buyurmuştur” diyorsunuz. Bu ayet, o zulümler işlenirken de vardı, hiç bunu sorguladınız mı?

Elbette haklısınız; “Yargı alanında haksızlıklara ve zulme uğrayanların sesine, toplumun bütün kesimleri duyarlı olmalıdır. Toplumumuzun ihtiyaç duyduğu barış ve esenlik bunu zorunlu kılmaktadır.”

O borunun sadece bir boru olmadığını artık öğrendiğinize göre, sadece hanımının veya annesinin başı kapalıdır diye ordudan atılanlara, oğlu şehit olduğu halde başındaki örtüden dolayı kışlaya bile alınmayan annelere yapılan zulmü nasıl telafi edeceksiniz?

Orası murakabe yeridir paşam. Bu dünyanın öbür tarafı da var. Mukadderat ne gösterir belli olmaz. Bakarsınız, devran döner ve çıkarsınız. Eğer gerçekten mağdursanız emin olun ki intikamınızı Allah alır.

Değilse, şu bayram saatinde, laiklik uğruna nice canlara kıyıldığını, nice insanların ekmeğine kan doğradığını hatırlayarak, -tabii siz bu orduda başkomutanlık yaptığınız için söylüyorum- affınız için rabbinizden bağışlanma dileyin ve bu halkın selameti için dua edin!

Bu dünya fanidir. Kimseye kalıcı değildir ki üzerinde kavga etmeye değsin. Hem bilirsiniz, hiç kimse hak ettiğinden fazlasını almaz. Çünkü insan zulmetse de kader adalet eder. Belki hâkimler ve savcılar size zulmetmiş veya garazkâr davranmış olabilirler. Ama emin olun burada Rabbin iradesi ve takdiri haricinde bir şey olmaz.

Nasıl ki Müslümanlar, o başörtüsünün kıymetini bilmedikleri veya hakkını veremedikleri için o yüzden o azap ve çileyi çektiler -o da bir hak edişti çünkü- belki siz de bilmediğiniz ilahi hesaplardan dolayı oradasınız. Öfke yerine, halkınız içinbarışı, yürekten dileyerek isteseniz, milletin gönlünde ebedi yaşarsınız!

Sizlere ve tüm milletime hayırlı bayramlar diliyorum. Rabim bu yurtlarda, bayramların hakiki manada yaşandığı, şeriatın kestiği parmağın acımadığı -yani adaletin hüküm ferma olduğu- günlere bizi ulaştırsın inşallah.


[1]) SSCB’yi kuranlar adeta tanrılık rolünü üstlendiler ve devleti düzenlemek için yaklaşık 40-50 milyon insanı öldürdüler yahut yerinden oynattılar.

[2]) وَكَذٰلِكَ جَعَل

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir