Başbakan Erdoğan ve Ötekiler

Siyasi ortam kızıştığında –ki bizde maşallah kızgınlığı hiç geçmiyor- kendimi öbür tarafın yerine koyarım. -Öbür taraf dediğim ‘benim bulunduğum ye’ açısındandır- Ta ki duyusal kaynaklı simülasyonlar beni aldatmasın diye.

Tabii ki fikrimi değiştirmek değil derdim. Ben bir tarafım çünkü. Kendime göre haktan yanayım. Benim bulunduğum taraf daima hak taraftır. Öyle inandığım için ordayım. Yoksa hiç tereddütsüz saf değiştiririm. Ben Bediuzzaman’ın “Hakkın hatırı âlidir” sözünü böyle anlıyorum. Hak tebellür ettikten sonra, siyasi tarafgirlik, mahalle kavgaları, siyasi hısımlık, maslahat vesaire, beni ona taraf olmaktan alıkoymaz… Fikrimi de değiştiririm tavrımı da. Yeter ki hak kavramı bende yerini bulsun. Dolayısıyla hep ‘hak’ olan tarafta yer tuttuğumu sanırım. Ha bu şu demek değildir, benim bulduğum ve karar kıldığım yer hep haktır. Ben öyle zannedebilirim de. Zaten yer ve konum değişikliği yapmışsam, önceki duruşumun hak olmadığına ikna edilmemdendir.

Bazıları bu halime ‘istikrarsızlık’ der. Halbuki hakkın hatırını âli tutmaktır yaptığım… Ne ise derdim tavrımın tutarlı veya tutarsız olduğunu iddia etmek değildir. Vicdanı ve akl-ı selimi ölmemiş çoğu insan gibi ben de hak tarafta olmayı yeğliyorum.

İşte bu amaçla, siyasetin kızıştığı insanların nerede ise birbirini siyaseten linç etmeye kalkıştığı dönemlerde ben de siyasi yerimi gözden geçiririm ve karşı taraftakinin yerine oturur meselelere bir de oradan bakmaya çalışırım. İmam Gazali Hazretlerinin buyurduğu gibi, bazen hak ve hakikat dururken –bulunduğum taraf yani- onun zıddı olan yerde karar kılanların halini ve hissiyatını anlamak için kendimi onların yerine koyarım.

Bu hissi son haftalarda her Salı yaşıyorum. Biliyorsunuz o gün parti liderleri grup konuşmaları yaparlar. o liderleri dinlerken empati/duygudaşlık kurmaya; onu alkışlayanların gerekçelerini ve tarafgirliklerinin sebeplerini anlamaya çalışırım. Bir CHP’li olmayı denerim, bir MHP’li olmayı denerim. Hatta geçenlerde Kışanak’ı dinlerken, kendimi bir Kürtçü gibi algılamaya zorladım. -Şu kadar insan da onlara oy verdiğine göre onların da bir hakikati var ve onlara oy verenler de kendilerini muhakkak ki hak biliyorlar diye- Çünkü insan fıtratı –eğer tefessüh etmemişse bütün bütün- daima hak olan tarafta yer alır.

Bunun zıddı mümkün değildir. İnsan fıtratı selimedir ve hakkı seçmekle emrolunmuştur. Yani bile bile, insan batılı yol edinmez. Onu hak bilir. Yahut içine düşmüştür bir tiryakilik oluşmuştur onu terk edemez. Bile bile zulümde, batılda ve hukuksuzlukta karar kılması insan tabiatının kabullenebileceği bir şey değildir. O hali veya tavrı hak bilir veya hak zanneder. Öyle bilmese orada duramaz. Hırsızın bile hırsızlık yaparken, zihninde makul gerekçeleri vardır. O gerekçeleri oluşturmadıkça onu yapamaz.

Bu açıdan bazen, kendimi Sayın Kılıçdaroğlu’nu anlamaya zorlarım bir CHP’li gibi, Bazen Sayın Bahçeli’nin dediklerini yüreğimdeki teraziye koyar tartarım. Hatta hak vermek için zorlarım kendimi. Ne de olsa bu millete ciddi bir muhabbetim var, her insanın kendi kavmini sevdiği gibi.

Evet, kendimi onların yerine koyarım. Bir CHP’li neden şu tavırdan zevk alır, bir Türkçü –milliyetçi demedim. Çünkü hakiki bir Türk milliyetçisi, şu CHP ile aynı safta, şu ulusalcı Ergenekoncularla aynı meşrepten olmayı kendilerine yediremezler- neden böyle düşünür diye onlar gibi bakmaya çalışırım.

Size bir şey söyleyeyim, aklı selimi yerinde bir Müslüman Türk veya Kürt’ün, yahut bu millet ile kendini özleştirmiş başka bir kavimden gelen insanlarımızın şunların halini, tavırlarını onaylaması asla mümkün değil. Tabii ki siyasi tarafgirlik, şartlanmışlık, karşı tarafa duyulan siyasi öfke, ön yargı -ki bir zaman AKP’ye karşı bende de vardı- ölçülerini ve hallerini değiştirememe alışkanlığı konumuz dışındadır. Ben makul, verilere ve gerekçelere göre kendini yenileyebilen, değiştirebilen insanlardan söz ediyorum. Bir spor kulübünü tutar gibi, bir dine inanmak gibi siyasi taraf olanlar zaten ne karşısında yer aldıklarının iyiliklerini görürler ne kendi taraftarının zulmünü… Allah hiçbir insanı o hale getirmesin. İşte insan fıtratını çizgiden taşıran ve onu, zulmetmeye, yok etmeye, yok saymaya, kendi zalimini sevmeye sevk eden bu haldir.

Müslümanların, Kuran’ın ‘adalet-i mahza’ (gerçek adalet) telkinini bir yana bırakıp, başkalarına zulmetmeyi de içeren bir tür aşiret ağalığı olan saltanat siyasetine taraf hale gelmeler i dahi bu tür zihinsel ve duygusal sapmalardır. Oysa insan her daim, her meselede, hem kendini hem karşısındakini teraziye çıkarmalıdır. Tabii ki terazisinde kullandığı gram ve gramajları da sık sık kalibre etmek şartıyla… Yoksa bir kere, insanın beden ölçüsünü alıp da hep o kalıba göre elbise diken terziye benzeriz. Düşünmez ki insan bir canlıdır, irileşir, zayıflar, göbeği çıkar veya iner. Esasında Kuran sürekli yeniden kendini ve tavrını gözden geçirmeyi telkin eder ‘Kulle Yavmin huve fi Şe’n” (O, her anda bir başka şandadır) buyurarak…

Evet, mümin insan, hakkı hak bilip uyan, batılı batıl bilip sakınandır. Ve tabii kendini ve tavrını da sık sık Kur’an terazisine çekebilendir. Haaa bu arada şunu da söylemeliyim. Kendini sık sık Kur’an terazisine çektiğini zanneden bir yığın insan da gördüm ki, Kur’an’ı kendine uydurmuş. Saz çaldığını sanan Nasrettin Hoca’nın ‘Onlar benim bulduğum yeri arıyorlar’ tavrıyla, sazın aynı yerini tutup dımbırdatmaları gibi, onlar da kendi nefislerinin arzularını Kur’an’ın hukmü zannediyorlar. Ben onları da kast etmiyorum. Çünkü onlar da esasında batılı hak bilmişlerdir. Böyle olmasaydı ve onlar ekseriyette olmasaydı, İslam dünyası bu halde mi olurdu?

Esasında, ‘hiç birimizin ötekinden farkı yoktur’ diyeceğim amma biliyorum ki bu ümmet şerde ittifak etmez. Ekser vicdanlar haktan yanadır zira.

Hâsılı, kendimi zorlarım CHP’lilin Kılıçdaroğlu’sunu, MHP’linin Bahçelisini anlamaya… Fakat bir türlü anlayamıyorum bunlar neyin sevdasındalar. BDP,  zaman zaman dilinin altındakini çıkardığı için biliyoruz onun isteklerini. Onda da samimiler. Zaman zaman taktik değiştiriyorlar akılları bulandırmak için ama her daim ne istediklerini net söylüyorlar… Onları o yüzden bahsin dışında tutuyorum. Ama inanın ne Kılıçdaroğlu’nun ne dediğini anlıyorum ne de Sayın Bahçeli tam olarak ne demek istiyor veya neyden rahatsız, anlayamıyorum.

Benim de AK Parti’de rahatsız olduğum bir yığın tavır var… Bunları da yazıyorum zaman zaman. Ama onlar Ak Parti’nin neyinden rahatsızlar belli değil. Muhalefet sadece muhalefet etmek değil ki. Zaman zaman, diyorum ki acaba sayın Kılıçdaroğlu AK Parti’nin bir projesi midir diye. Yahut Bahçeli! Bazen şu zehaba kapılıyorum. Bu partilerin tamamını sevk ve idare eden aynı eldir. Ak Parti’nin iktidar olmasını isteyen bir irade var. Halkın o iktidarı desteklemesi için de Kılıçdaroğlu ve Bahçeli gibi muhalefet olmalı ki, başka şey düşünmesinler… Size de öyle gelmiyor mu?

Yani be kardeşim, bir iktidarın hiçbir şeyi iyi olamaz mı?

Bakın Türkiye nereden nereye gelmiş. Birazcık durup arkanıza bakın neler değişmiş. Bendeniz, eski bir muhalifi olarak AK Parti hükümetleri döneminde yapılan değişiklikler ve müspet gelişmelere bakarak, kendimi ‘Haza min fadli Rabbi” demekten alıkoyamıyorum. Bu insanların basireti mi kapalı yoksa kendileri batılın ta kendileri midir? Bu milletin son üç yüz yıldır başına gelen felaketlerin tamamı, İslam’a olan hizmetinden dolayıdır. Avrupa siyasetinin en büyük projesidir Şark Meselesi. Şark meselesinin özü ise, Türklerin elindeki Kuran’ı almak veya onları Kur’an’dan uzaklaştırmaktır. Zira bu olmadıkça, kendilerini ve topraklarını güven içinde bulamayacaklar. O yüzden de yegâne projeleri Türklerin İslamiyet ile bağlarını kesmektir. 28. Şubat bile o projenin bir eseriydi.

Bediuzzaman 28 Şubat sürecini, ‘1417’de yaşanacak felaket’ olarak elli yıl öncesinden haber vermiş ve o operasyonun gerçek amacını; “bu milleti bütün bütün sukut ettirmek, İslamiyet ile bağlarını kesmek ve bin yıllık tarihini lekedar etmek” şeklinde ifade etmiştir. Nitekim de öyle olacaktı eğer, “siyasi müceddid” olduğunu artık ispat etmiş olan Erdoğan karşılarına dikilmeseydi…

Kim ne derse desin, Sayın Erdoğan’ın siyasete dönüşünün arkasında kim bulunuyor olursa olsun bu zat, istikametli duruşuyla, yiğit tavırlarıyla ve cesur yüreğiyle milletin bahtını parlatmış, milletin üzerine çöktürülmüş siyasi menhusluktan milleti kurtarmıştır. Kritik her meselde tam da bu Müslüman halk gibi duyup, hissedip tavır almasını gördükçe bir İmam Hatipli olarak onunla övünüyorum. Tıpkı, uçağı görüp ‘nevimle iftihar ediyorum’ diyen üstadım gibi. Ben de onunla iftihar ediyorum. Dualarımın en samimi olanlarını da onun sağlığı için yapıyorum şu sıralarda.

***

Evet onun sağlıklı olarak bu milletin önünde uzun yaşaması lazım. Sağlığı ve varlığı artık bu millet hesabına kıymetli bir hazinedir. Millet dahi geleceği namına ona duacıdır, biliyorum.

Bugünlerde sağlığı ile ilgili ciddi sıkıntıları olduğunu hissediliyor. Bendeniz, ‘o sağlık probleminin dahi bir operasyon olduğuna inanıyorum’ diyeceğim ama paranoya zannedilir. Esasında hem bildiklerim ve hem de hissettiklerim, beni öyle düşünmeye sevk ediyor: Erdoğan, tıpkı Güney Amerika kıtası liderleri gibi kasten ve bilirek hasta edilmiş olabilir, diye düşünüyorum. Bu açıdan, millet namına, doktorlarının, başka türlü de tedavi edilebileceği bilinen bir hastalığı, hemen ameliyat ve operasyonla yok etmeye çalışmalarını anlayamıyorum. Bana da hemen ameliyat önermişlerdi. Sonrasında o kadar ‘ön görülemeyen’ sonuçlarla karşılaştım ki nerede ise hayatımdan vazgeçecektim. Allahtan alternatif arayışlara girdim de –ki Can Boğazdan Çıkar kitabım o çalışmaların eseridir– kendimi bir parça bu Ortodoks tıbbının tasallutundan kurtardım.

Hakikaten, sayın Başbakanımızın ameliyatında neden bu kadar aceleci davrandıklarını anlayabilmiş değilim… Hatta duyduğuma göre ameliyat edilmemesi için doktorlara ciddi ikazlarda bulunulmuş. Şu şu şu temizlemeler yapılmazsa, poliplerin yeniden oluşmasını durduramazsınız denilmiş. Bilmiyorum Sayın Erdoğan’ın bunlardan haberi var mı? Ama sanmıyorum. Geçen, Osman Özsoy hocamın da değindiği gibi, bir insan protokolün pençesine düştü mü asla kendisi olamıyor.

Ben, Sayın Erdoğan’ın ailesinin tıpkı Rahşan Hanım’ın rahmetli Ecevit’e yaptığı gibi sağlığına el koyması gerektiği kanaatindeyim. Bu zata milletin ihtiyacı var.

Hastalık başladığından beri buu endişelerim hep vardı. Şimdi giderek artıyor. Hatırlayın daha önce de en az iki kere Sayın Erdoğan’ın sağlığı için milleti dua etmeye çağırmıştım. Milletin siyasi ufkunun önünü açan, Müslüman Türk halkına yeniden kendine güvenmeyi öğreten ve bize, hayal ettiğimiz o büyük istikbalin gelmekte olduğunu hissettiren bu zata ihtiyacımız var. Onun varlığı ve sağlığı için dua zamanıdır diyorum.

Millet adına bunu tespit etmesem vazifemi yapmamış sayacaktım!

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir