Bediuzzaman Eleştirilebilir mi?

Teorik olarak evet, peygamberler dışındaki her insan eleştirilebilirdir ve eleştirilebilir olmalıdır.

Ben şahsen Bediuzzaman’ın ‘müsbet eleştiri’ye kapalı olabileceğini düşünmüyorum iki sebeple. Birincisi; yazdıklarının “meşhudatı” olması, ikincisi; söylediklerinin eşyanın hakikati ile mutabık ve makul olması.

Esasında o, akıl ve bilim çağının müçtehidi olduğu için eleştirilmekten çekinmez. Zira ortaya koyduğu mahsulatın farkındadır ve o yüzden de her pazarda mahsulatını rahatlıkla rekabete koyabilecek cesarettedir. Her kesin her fikri kabul edebilecek kamet, keyfiyet ve mertebede olmadığını da bilir.  Eleştiriye de o yüzden açıktır. Zaten eserlerinde kendisi de sık sık fikirlerinin hemen kabul edilmemesi, bir müddet hayalen ilende tutulup akıl süzgecinden geçirildikten sonra alınmasını tavsiye eder.

Bu hem mahsulatına güvenmesini gösterir hem de eleştirilebilir olduğunu bir tür kabuldür. Dolayısıyla eleştirilebilirdir.

Tabii bir fikrin veya şahsın eleştirilmesi, birkaç sebeple olur. Ya ona muhalifsiniz, ya anlamamışsınız, ya daha üstün bir bilgiye sahip olduğunuza inanıyorsunuz, ya da kıskançsınız.

Muhalefetten kaynaklanan eleştiri de iki çeşittir. Ya fikre muhalifsiniz ya söyleyene. Fikre muhalif olursanız, itirazlarınız çürütüldüğünde taraf olmanız gerekir. İkna olmak niyeti yoksa bu garazdır. Eğer fikir sahibinin şahsına muhalifseniz, o da iki kısımdır. Ya sıfatlarına muhalifsiniz, ya şahsına. Sıfatlarına muhalifseniz onun halinin şeriatın zahirine muhalif olduğunu ispat etmelisiniz. Yok, eğer doğrudan şahsına muhalifseniz bu husumettir, ciddiye alınmaz…

Muhalif haysiyetli olmalı. Aksi takdirde ya tard edilir ya tektir! Çünkü edepsizdir.  Maksadı tahkirdir. Selman Rüşdi gibi!

Anlayamamaktan kaynaklanan muhalefet ve eleştiri; kişinin kametini gösterdiğinden ona kızılmaz. Meseleler, onun seviyesinde anlatılır itiraz da biter. Yine de itiraz ediyorsa, o konuda itibar edilebilir olmadığını sergilemiş olur.

Mesela, Abdülhakim Arvasi hazretleri, dinin ve imanın, Risale-i Nur tarzında anlatılmasını –eskilerde görülmemiş bir usul olduğu için- bidat kabul eder ve hatta kitapların yakılmasını söyler.

Bedizzaman onun bu yaklaşımını haber alınca, “iki veli, iki ehl-i hakikat birbirini inkâr etmekle makamlarından sukut etmezler. Meğer bütün bütün zahir-i şeriata muhalif ve hatası zahir bir ictihad ile hareket edilmiş ola” (Kastamonu Lahikası, 195) diyerek hem hasmını yüceltir hem de uygun bir lisan ile “senin veli olman her şeyi anlamanı gerektirmez” demeye getirir. Örnek olarak da cennetle müjdelenmiş sahabeler arasında yaşanan savaşı gösterir…

Sonuçta hâdiseler, Beduazzamanı haklı çıkarmıştır. Çünkü bu zaman ispat ve akıl çağıdır. Fikrin, her şeyden önce akla kabul ettirilmesi gerekiyor.

Bir fikri veya şahsı eleştirmenin bir diğer kaynağı da, insanın, kendini daha üstün görmesidir. Eğer eleştiren hakiki manada üstün ise, küstah bir dil kullanmaya gerek duymaz. Tezyif etmez. Hatayı gösterir ve geçer. Yok, eğer bu bir tasannudan kaynaklanıyorsa, kişi sadece kametini göstermiş olur.

Her fikrin bir kamet aynası vardır. Eğer boyunuz, aynada kendinizi rahat izlemenize yetiyorsa eğilip bükülmeye, parmaklarınızın ucuna dikilmeye (yani böbürlenmeye) gerek duymazsınız. Eğer o boy aynası kametinizi aşıyorsa, eleştirmekle küçüklüğünüzü göstermiş olursunuz.

Bir zaman Commodore denilen 65 kilobaytlık bilgisayarlar vardı. Bir gün onunla program yazma gafletine kalkıştım. Baktım her satırda, ‘syntaks error” (yanlış yazdın) diyor. Ertesi gün hocaya sordum. “Basic ile yazılmış bir bilgisayar neden basic komotlarına itiraz ediyor?” diye sordum. Güldü. Dedi ki, onun kapasitesi düşük, senin yazmak istediğin komutları tanımıyor. Ben de dedim ki “o zaman, ben anlamıyorum” desin, neden ‘yanlış yazdın’ diyor. “Kapasitesi, ancak o kadar ifade etmeye yetiyor” deyip geçti.

İmdi eğer sizin karihanız, karşınızdakini anlama kapasitesinden mahrumsa –ki kelamcılar ile mutasavvıflar arasında bu tartışmalar hep olagelmiştir. Çünkü birinin bilgisi tahlildir, diğerininki hem tahlil hem keşiftir- onu eleştirirsiniz. Bunu yaparken de sadece cehaletinizi sergilemiş olursunuz.

Cüppeli Hoca Efendi, bir seferinde, tv’de “Risale-i Nur’da, şeriata muhalif 20 yer var” demişti. Ben de ona tv’den cevap verdim; “hoca bunu ispat etmeli, aksi, ona yakışmaz” dedim. Ertesi gün bir gurup nur talebesi kendisini ziyarete gittiler ve o yerlerin neler olduğunu göstermesini istediler. O da itiraf etti ki “ben bilmiyorum, bana öyle söylediler, ben de öyle dedim.” Bunun üzerine ona bir külliyat verdiler okuması için ve sonra kendisi ikna oldu ki, yanlış bir şey yok.

Haa, meşrebiniz uymayabilir. Normaldir. Ama bu, çamur atmanıza sebep olmamalı. Siz kalkıp, edep ve tevazu ile müsemma olmuş iki Anka’yı, iki müçtehidi, (Mevlana ve Bediuzzaman’ı) halkların onlara taktığı isimlerden dolayı,  kibir ve gurur ile itham ederseniz, inanın sadece kendi kibrinizi açık etmiş olursunuz. Yahut da, sizin fikri mahsulatınız, onlarınki kadar ilgi görmediği için kıskanıyor durumuna düşersiniz.

Kıskançlıktan kaynaklanan eleştiriye gelince… İnadın gözü meleği şeytan görür. Kimse bir şey diyemez. Kıskançlığında vaz geç diyemezsiniz. Nefsin tezkiyesi olmadan onu nasıl söküp atarsınız içinizden…

Bediüzzaman hazretlerine – ilginçtir her dönemde- itiraz edenler olmuştur. Muterizleri birkaç grupta toplamak mümkündür:

Birinci grup; devletin kendisidir. Devlet, uzun bir süre bütün kurumlarıyla; MİT’, asker, polisi ve benzeri teşkilatlarıyla Bedîüzzaman  karşı mücedele etmiştir. Onu yok etmek, etkisini azaltmak için onu Kürtçülükle, laik düzeni yıkıp şeriat devleti kurmakla ve tarikatçılıkla suçlamışlardır.  Geride bıraktığımız 80 yıl bu iddiaların tamamının asılsız birer iftira olduğunu ortaya koydu. Öyle olsaydı bu geçen sür eiçinde bunların herhangi birinin bir tezahürü görülecekti. Halbuki bu gün devlet, milletin selameti için onun eserlerini resmen bastırmak noktasına gelmiştir.

İkinci grup; devletin şu veya bu şekilde beslediği “borazanları” bazı bilim adamlarıdır ki sonradan bu tipler ulusalcılıkta karar kılmışlardır. Bunların arpası kesilince sesleri de kesildi. Bir kısım insanlar da dinsizlik namına ona muhalefet ettiler, itiraz ettiler.

Üçüncü Grup; makam ve unvan elde etmek için gayret gösteren bazı bilim ve din adamlarıdır. Bunlara örnek göstermek istemiyoruz. Bedîüzzaman’ın ilmî şahsiyeti, İslam âleminde ve Türkiye dışında bütün dünyada tam olarak takdir edildiği halde, Türkiye’de özellikle ilim adamları çevresinde yeterince tanınmamıştır. Bunda, yapılan menfî propagandaların tesiri büyüktür. Bir zamanlar, ilahiyat öğretim üyelerinin Doç. yahut Prof. olabilmeleri için, Bedîüzzaman ve Risâle-i Nur aleyhinde konferans yahut makale yazmış olması şartı bile aranmıştır.

Dördüncü grup; Bedîüzzaman’ın ifadesiyle “meşrebini çok beğenen bazı zâtlar ve hodgâm bazı sofi-meşrebler ve nefs-i emmaresini tam öldürmeyen ve hubb-u câh vartasından kurtulamayan bazı ehl-i irşad ve ehl-i hak’tır. Bediuzzamana en çok bu kesimden itiraz geliyor. Kendi fikri mahsulatı yeterince ilgi görmeyen, televizyonlarına, tarikatlarına, çevrelerimdekileri ellerinde tutmak için her türlü imkan asahip oldukları halde eserleri Risaleler kadar itibar görmeyen zevat, onun bazı izahlarını akıllarına sığdıramadıkları için ona itiraz etmişlerdir. Daha da edeceklerdir. Bu da normaldir. Buna kırılmaya gücenmeye gerek yoktur.

Bediuzzamanın ve eserlerinin bu tür eleştirilerle cerh edilebileceğini sanmıyorum. O yüzden alınganlık yapmaya gerek yok. Zira o hakikaten beklenen zattır. Vazifesini de yapmıştır. Onu anlayıp anlamamak nasip meselesidir.

İşte bakın Abdülkadir-i Geylani hazretleri yaşıyor. Onun, zikirde tef çaldırmasını küfrüne delil sayanların hapsi unutulup gittiler.

Hz. Mevlana yaşıyor. Ona türlü türlü çamur atanlar, iftira edenler yok oldular. Bugün Mevlana’yı isminden dolayı Allaha karşı haddini bilmez olarak yad edenler bakalım ne kadar anılacaklar?

Zaman gösterdi ki Bediuzzaman da yaşıyor ve manevi hayatı her geçen gün daha da güçleniyor. Oha itiraz edenler ise kısa zamanda unutulup gittiler.

Bugün bütün sermayesi Risalelere saldırmak olan meşrep ve cemaatler var. Ben onların varlığını bir rahmet vesilesi biliyorum. Çünkü onların o itiraz ve eleştirileri, nur cemaatlerine eksikliklerini hatırlatıyor. Çizgileri muhafaza etmelerini sağlıyor. Teyakkuzda kalmalarına hizmet ediyor. Risaleleri, şahsi ve siyasi çıkarlarına alet etmelerini önlüyor.

Elbette ki herkesin tam da bizim gibi Bediuzzaman’ı benimseyip sevmesini bekleyemeyiz. Biz onu en yüksek mertebede ve hatta ahir zamanda Âli Beytten çıkacak zat kabul edebiliriz. Öbürü de buna itiraz eder. Çünkü sizin baktığınız zaviyeden bakmıyordur. Lalettayin bir âlim gibi görüyor o yüzden de eleştiriyor. Onun hakikati ona zahir olmamışsa bırakınız eleştirsin. Bu onu dinden çıkarmaz. Sadece kendisini nasipsiz bırakmış olur. Bu da insanlığın yazgılarındandır.

Eleştirilebilmek hakikaten güzeldir ve lazımdır. Kızmayın. Ama davanızı yetirince anlatamadığınıza üzülün. “Cihana Risale-i nurları anlatabildik de içerdeki insanlarımıza –fıtri muhalifler hariç- anlatamadık” diye hayıflanmalısınız. Demek ki, risaleleri yeterince temsil edememişiz diye kendinizi kınayabilirsiniz. Fakat Risale-i Nur ve Bediuzzaman hakkında telaş etmeyin. Onların ikisi de kendilerini ‘munsif’ eleştirilere karşı savunurlar.

Siz halinizi savunabilecek durumda olun yeter. O da risalelerdeki sıbga kumaşından yapılmış elbiseyi  –ki önü ve arkası müspet hareket ve fedakârlıktır- giymekle olur.

Selam ve dua ile.

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir