Darbe Mağduru Olmak Hatasızlık Anlamına Gelir mi?

Hiçbir yazılı tarih ‘doğru’ değildir.

Hadi bu kadar keskin hüküm vermeyelim ve diyelim ki “Tarih, elde kalmış ve çoğu dönemin hâkim gücü tarafından biçimlendirilmiş belgeler ışığında yazılmış bir yarım hikâyedir”. Asılanın, yıkılanın, yenilenin görüşünün alınmadığı bir hikâye…

Yakın ortaçağın en önemli hadisesi İstanbul’un fethini bizim tarihçiler son derece basit geçerler. İstanbul’un fethi onlar için herhangi bir kalenin fethinden ibaret çünkü… Ama batılı, daha doğrusu Bizanslı tarihçiler, meseleyi kıyamet alameti gibi algılamışlar.

Francis, Dukas, Halkokondilis ve Kritovulos, o dönemin, İstanbul’un fethini yazan en ünlü dört Rum tarihçi. Eserlerini yazarken birbirlerinden haberleri bile olmamış.

Francis, İmparator Konstantin Paleologos’un baş mabeyincisi. O, fetih meselesine imparatorun gözüyle bakmış.

KritovulosSultan Mehmed’in maiyetinde çalışan, onun verdiği maaşla geçinen bir vakanüvis olduğu için, o da meseleyi Fatih’e yaranmak çerçevesine oturtmuş.

Fakat Dukas ile Halkokondilis sivil oldukları için ulaşabildikleri bilgi ve belgeler ışığında meseleyi daha nesnel ve şümullü aktarmaya çalışmışlar.

Bunlardan Dukas’ın, Rum olmasına rağmen, dedesi, Paleologus hanedanının hışmına uğradığı için, Kostantin ile Fatih’i karşılaştırırken ister istemez, siyasi intikam hissine kapıldığını hissedersiniz…

Peki, bir mesele nasıl bu kadar birbirinden farklı yazılabiliyor?

Tabii ki bakış açısının farklılığı ve tarih yazıcılarının psikolojileri bunda önemli rol oynuyor.

Üstelik o devirde, tarih yazıcılığı, ulus devletin milli tarih yazıcılığı handikaplarını da henüz barındırmıyordu. O dönemde bile bir mesele bu kadar farklı aktarılabilmişse, ulus devlet anlayışının hükümran olduğu dönemlerde yazılan tarihlere ne kadar güvenebiliriz?

Bulduğunuz gibi, Fransız İhtilali’nden sonra yükselen değer olan ‘ulus devlet’ anlayışı, tarih yazıcılığını öyle derinden etkilemiştir ki, denilebilir ki, o dönemden sonra yazılan tarihlerin tamamına yakını kurgudur.

Ulus devlet anlayışıyla yetişmiş bir insanın tarih yazıcılığını bir düşünün. Acaba kaç insan, kendisini ‘sistemin tanrısı’nın ‘tanrısal’hışmından veya lütfünden âzâde tutabilir ki. Türkiye cumhuriyetinin ilk dönem tarihçilerinin Atatürkçü yaklaşımın dışına çıkacak bir tarih yazmaları mümkün müydü?

Tabii bunu Türkiye ile sınırlamak haksızlık olur. Stalin Rusya’sı için de durum budur, Hitler Almanya’sı için de durum budur ve nihayet bugün nispeten demokrat diyebildiğimiz batılı ülkelerin kendi tarihlerini inşa ettikleri dönemde de durum budur.

Ulus devlet fikri, sadece etnik kıyımlara yol açmak açısından değil tarih yazılığı açısından da insanlığın başına bela açmıştır.

Bugünkü İsrail tarihçileri, öyle kurgusal bir tarih fikri oluşturmuşlar ki hiçbir İsrailli çocuğun zihninde o bölgelerin bir zamanlar Filistinlilere ait olduğuna dair bir iz bulamazsınız… Çünkü ulus devlet fikrinin en temel esası olan, “kimsenin kendisinden başka dostu yoktur” düşüncesi, tüm karşıt düşünce ve kanıtları yok etmek için yetiyor da artıyor bile. Milletin geleceği söz konusu ise, bilginin, belgenin çarpıtılmasının ne günahı olabilir ki (?)

***

İdeolojik tarih yazımının bir de karşıtı vardır; duygusal tarih yazıcılığı! İdeolojik tarih yazımında ‘Sistemin tanrı’sından yana olanlar, nasıl ki sistemin devamını ve haklılığını sağlamak için her sahtekârlığı meşru görebiliyorlarsa, karşıtları da onların tezini çürütmek için her yolu mubah saymışlar, en sağlam vesikaların altında bile bir hinlik aramışlardır.

Bunun tarihimizdeki en tipik örneği II. Abdülhamit’tir. Abdülhamit’in ne olup olmadığı hala fludur. O ya ‘ulu hakan’dır, ya ‘kızıl sultan’. Çünkü o, bir kavga döneminin tam ortasında terazinin iki kefesinin miarını tutan bir noktada yer almıştır.

Osmanlının bekasından yana olanlar için o bir turnusol kâğıdıdır. Saltanatın devamından yana olar açısından onu sevmeyen haindir. Çünkü harici ve dâhili ayrılıkçıların önünü kesen odur. Saltanat karşıtları açısından da o, her türlü istibdadın, baskının ve hürriyet karşıtlığının membaıdır. Geri kalmışlığın, gericiliğin sebebidir.

İfrat ve tefrit yani… Aynı şeyin Mustafa Kemal için de geçerli olduğunu söylememe gerek yok. Pekâlâ, birleri çıkıp ‘Ölümsüz Atatürk’ diye bir kitap yazabildiği gibi, birileri de onun nesebini bile sorgulamakta beis görmemişlerdir. Tabii ki ikinciler, bunu el altından yapmışlardır.

İdeolojik tarih yazıcılığı yüzünden, Mustafa Kemal’i bugün hala tanrı katından indirebilmiş değiliz. Çünkü o, ölümlü bir kahraman olmaktan çok, kurgulanmış bir tanrısal mittir çoğu insan için. Dolayısıyla herhangi birinin çıkıp onun da hata yapmış olabileceğini söylemesi aforoz edilmeyi göze alması demektir.

Menderes ve DP iktidarı  konusunda da bir ifrat ve tefritin söz konusu olduğu kanaatindeyim. Evet 27 Mayıs hareketi bir darbedir ama, Menderes ve DP iktidarı da sütten çıkmış bir ak kaşık değil. Ezanın Türkçe okunmasını sağladı evet ama buna karşılık Atatürk’ü ve cumhuriyetin ilk dönemlerini tartışılmaz ve sorgulanmaz bir konuma çıkartan kanufnları da Menderes iktidarı çıkardı. Tıpkı bu iktidarın da cezai müeyyidesi bulunmayan kılık kıyafet kanunlarının cezai müeyyidelerin tanımladığı gibi…

Evet, maalesef bugün hala DP döneminin sosyolojik bir irdelemesi yapılmış değildir. Ne getirmiş ne götürmüştür? Milletin bağımsızlığı, bekası, selameti, imanı ve izanı açısından sağlaması yapılmamış bir dönem. Milletin üzerindeki CHP baskısının kaldırılmış olmasını yeterli bulanlar açısından, o dönem sadece bu işi g2örmek bakımından bile başarılıdır. Oysa sistemin karakteri bakımından değişen hiçbir şey yoktur. 27 Mayıs ‘cinayeti’, -ki o birile iaçısından da cumhuriyetin kurtarılmasıdır- o dönemin üstünü örtmüştür. Menderes’in bireysel zaafları bile görünmez olmuştur. Çünkü 27 Mayıs darbesi ve ardından gelen idamlar, o döneme ‘duygusal’ yaklaşmamıza neden olmuştur.

Evet, demokrasi açısından bakılırsa her darbe bir tür haksızlıktır ama bu, aynı zamanda, darbeye maruz kalanların günahsız olduğunu da göstermez! Dolayısıyla tarih yazıcılığında, ‘ideolojik’ yaklaşım kadar ‘duygusal’ yaklaşım da aldatıcı ve yanıltıcıdır.

***

Osmanlıyı yok sayan Atatürk dönemi tarihçilerinin, Mustafa Kemal’i, gökten zembille inmiş gibi evveli bulunmayan bir başlangıçla tarih sahnesine çıkarmaları, onun Anadolu’ya geçişinde Vahdettin’in rolünü görmezden gelmeleri ideolojik bir yaklaşımdır.

1918-19 kışında Mustafa Kemal’i istiklal caddesindeki evinde ziyaret edip, onu Anadolu’daki mücadeleye çağıran Kazım Karabekir’in, eli boş dönmesini büyük bir inkisar ile anlattığı hatıratını toplatmayı marifet bilen bir ideolojik tarih yapıcılığı, ne kadar yıkıcı ve aldatıcı ise, ayıpları ve eksiklikleri görmezlikten gelen duygusal yaklaşım da o kadar aldatıcı ve yanıltıcıdır. Tarih yazıcılığının merhameti olmaz. O, ancak vesikaya bakar. Peki, o vesika da düzmece veya kurmaca ise ne yaparsınız?

İşte Cumhuriyet nesli çocukların en büyük açmazı bu! Okuduğu tarihin ne kadarının kurmaca, ne kadarının gerçek, ne kadarının ekleme olduğunu bile bilemiyor, bilemiyoruz…

Bu yanlı ve taraflı  bakıştan dolayı, bugün her vesika müttehem hale gelmiş bulunuyor. Aynı şey DP dönemi için de geçerli. Darbeciliğe karşı olanlar, sırf darbeciliğe karşı çıkmak için bize son derece masum, günahsız, muzlum ve tamamen mağdur bir Menderes resmi çiziyorlar!

Peki, gerçekten de öyle mi?

Bilemiyoruz. Çünkü o dönemin sosyolojik tahlil ve tetkikleri yapılmış değil hanüz. Esasında tarihçilik, birilerini haklı çıkarmak veya savunmak şeklinde olamaz.

Tarihçilik, elde kalmış tüm kanıt ve belgelerden yararlanarak, döneme ışık tutmaktır. Hiçbir tarihçi hüküm veremez ve bu haklıdır şu değildir diyemez.

Hz. Osman, Hz. Peygamberin(asv) ‘akrabalarınızı gözetin’ şeklindeki hadisini, devletin tüm kademelerine akrabalarını yerleştirmek şeklinde algılamıştır ve öyle de yapmıştır. Onun karşıtları da ‘işi ehline verin’ hadisini esas alarak, onun yanlış yaptığını ileri sürmüşlerdir. Tarih, “Osman haksızdır, karşıtları haklı” deme salahiyetine sahip değildir. Tıpkı “Karşıtları haklıdır” deme salahiyetine sahip olmadığı gibi. En fazla, diyebilir ki, “Osman, bütün devlet işlerinin başına kendi akrabalarını getirdi”.

Tarih sadece vakaları  sebep ve sonuçlarıyla ortaya koyar. Sosyoloji veya sosyal mühendisler (yani ma’şerî vicdan) sonuçlara bakarak, hangi yaklaşımın zararlı veya faydalı olduğuna karar verir. Ne açısından? Toplumun gerçek refahı, gelişmesi ve bekası açısından…

EVET  27 Mayıs, sadece bir darbe olması açısından bile dışlanmaya ve kınanmaya müstahaktır. Çünkü millet iradesine zulüm, kan ve gözyaşıyla neticelenmiş bir müdahaledir. Ama başlarına bu feci olaylar geldi diye, ne Menderes tamamen masum olabilir, ne de DP rejimi!

Dolayısıyla 27 Mayıs darbesinin de, Demokrat Parti döneminin de gerçek belgeler ve o dönemden kalan sosyolojik veriler çerçevesinden ele alınmaya ihtiyacı vardır. Kim haklı kim haksızdan ziyade hangi olayların birbirini nasıl tetiklediği, askeri darbeye sevk eden sivil sâiklerin neler olduğunun bütünüyle ortaya çıkarılması gerekmektedir. Biz çoğumuz, dönemin manşetlerine bakarak, İnönü’nün darbecileri teşvik ettiğini söyleyebiliriz. Ama tarih yazıcısı için, o manşetlerden daha öte nesnel belgelere da ihtiyaç vardır. İhtilal mahkemesinin iddianamesinde yer alan köpek ve bebek olaylarına, sırf iddianamede yer aldı diye bir tarihçi “bunlar doğrudur” diyebilir mi?

Türkiye’i ‘Küçük Rusya’ olmaktan kurtarıyoruz derken, milleti Amerika’nın kucağına itmiş olma gafleti işlemiş olamazlar mı? Böyle bir şey yapmak ne derece gerekliydi veya değildi onu da tam bilemiyoruz. Çünkü dönem daha yeni irdeleniyor ve gerçek belgeler daha yeni gün ışığına çıkıyor.

Ne zaman mesele gerçek belgeler ve bilgiler ışığında irdelenir ancak o zaman dönemle ilgili gerçek bir yargıya varılabilir. “Evet Menderes Dönemi, Cumhuriyet tarihinde bir dönüm noktasıdır. Tek partiden çok partili döneme geçilirken ülkenin siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel yapısında da önemli değişiklikler olmuştur. Ancak bu değişim sanılanın aksine radikal değişimler değil, yanı temel zihniyetin yeniden yapılanması, kabuk değiştirmesi ve şeffaf bir görüntüye büründürülmesidir.”

Abdurrahman Dilipak’ın  Menderes Dönemi adlı eseri bu açıdan faydalı bir hizmet. Ham de selim akıların, meseleleri salim bir kafa ile irdeleyebilecekleri bir ayna olmuş!

Benim de kalbim ‘mazlum’  ve merhum Menderes’ten yana. Ama bu taraftarlığım, o dönemde yapılmış idari yanlışlıkları görmezlikten gelmeme vesile olmamalı…

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir