Defne Joy’un Ölümü ve Altan’ın Tanrısı!

Defne Joy Foster’in ölümündten sonra Ahmet Altan’ın kaleme aldığı yazıda bir kez daha açığa vurduğu inancı, “Cebriyeci” olup olmadığı şüphesini uyandırdı ve kim hangi Allah’a inanıyor sorusunu sordurdu:

Defne Joy Foster. Ancak ölümüyle tam adını öğrendiğim bu kızcağız, doğrusunu söylemek gerekirse ekrandaki sevimlilikleriyle bir kaç kez dikkatimi çekmişti.

Doğal ve doğaçlamaymış gibi ekrandan taşan röportaj ve söyleşileri, hayatın en ağır problemlerini bile hafifleten cıvıl cıvıl kişiliği, rahatlatıcı bir yapısı vardı. Hayatla barışıkmış gibi görünüyordu ama anlaşılan pek de barışık değilmiş. Parçaları oraya buraya dağılmış bir hayat ve karmaşık ilişkiler içinden kim bilir belki de kaybettiği saadetini arıyordu. Ve gitti. Her fani gibi… Tabi ardında sayısız sorular bırakarak!

Ben işin yazgı ve hak ediş yönüne girmeyeceğim. Bir yığın insan onunla ilgili yazdı, çizdi, konuştu ve hala da bir neticeye varılamadı. Varılacağını da sanmıyorum. Beni de fazla ilgilendirmiyor.

Ahmet Altan Cebriyeci mi?

Fakat onun ardından yazılan bir yazı vardı ki ona değinmesem içime dert olacak!. Sayın Ahmet Altan’ın yazısı!

Defne’ye takmış bir tanrıdan söz ediyordu Altan o yazısında. Ben Altan’ı liberal biliyordum meğerse Cebriyeci imiş.  Öyle bir yaşamdan sonra böyle bir ölüme neden itiraz ediyordu anlayamadım!

Ama yine de Sayın Altan’ın Defne Mersiyesi’ni okurken içimden acıma geldi. Allah’ı bulamamış,  doğru inanca razı olamadığı için hurafeleri din edinmiş insanlara acıdım… Ne kadar çaresiz, ne kadar yalnız, ne kadar karanlık bir dünya içindeler…

Tabii ki nefsin vartalarını, aldatmalarını biliyorum. İnsana gerçeği sorgulatmaz, ölümü hatırlatmaz. Bu zamanda en dindarlarımız bile küçük bir dünya nimeti için ahreti sattıklarına göre bir liberalin yaşamı yegâne maksat bilmesi yadırganmaz. Yadırgamıyoruz.

Fakat hayatı yaşarken, Yaratıcıyı (kutsalı) var saymayan birinin, kötü bir son karşısında tanrıyı suçlaması bizim liberallerimize özgü bir hal! Bir liberal için yegâne kutsal hayatı doya doya yaşamaktır. Sayın Altan için da öyle! Nitekim Levent’te Neşe’e hanıma sık sık misafir olduğu dönemlerde merdivenlerde karşılaşır ve selamlaşırdık. Her daim, heybesinde coşkusu, kahkahası ve neşesi bulunurdu. Beni şaşırtan, bu şen şatır bir insanın iç dünyasının nasıl bu kadar karanlıklar ve yalnızlıklarla dop dolu olduğudur?

Sofestai aymazlığı

Bu hayat, eğer bir ‘tanrısal mevhibe’ ise onun bir gün alınacağını da bilmek gerekir. Değilse tanrı ile alıp veremediğiniz ne? Ben buna sofestai aymazlığı diyorum. Kuşsan uç, deve isen yük taşı. Hayır. İkisine de yanaşmazlar. Sonra, durup düşünsünler ve ibret alsınlar diye elleriyle yaptıklarının bir kısmı kendilerine tattırınca figan ederler.

***

Ölümün varlığını bile bile neşeli olmak muhteşem bir haslet. Hayata tutunmak ve hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamak hoş. Fakat eğer bu yaşam tutkusu, bir an bile olsa, insana, mutlak sonu hakkında düşünme fırsatı bırakmıyorsa bu bir aldanıştır.

Bu âlemin bir etme bulma dünyası olduğunu bilmeyen, başa gelenlerin neden gelmiş olabileceğini de düşünemez elbet. Ama bu onu yine de akıbetten kurtarmaz. Bu âlemin en temel yasalarındandır: “Gayr-ı meşru muhabbetin cezası insafsızca azap çekmektir!”.

Her insan gibi bir liberalin de hayatı sevmesi ve tadını çıkarması hakkıdır. Fakat hiç de tasvip edilmeyecek bir hayatın ardından gelen bir akıbetten dolayı tanrıyı suçlaması hakkı değildir!

Elbette bir liberal de iman sahibi olabilir veya hiç inanmayabilir. Bazılarının başı, tanrıları ile dertte de olabilir. Sanırım Sayın Altan’ın da  ‘tanrısı’  ile başının dertte. Ayrıca, geride bıraktığı izler bakımından da kendisiyle hesaplaşma içinde gibi geldi bana. Entelektüel bilgelik, onu hesaplaşmaya zorluyor fakat yüzleşmeye cesareti yok. O yüzden de, hesaba itiraz ediyor. Hak edişlerin ne zaman ne şekilde insanın önüne çıkacağını tahmin edemiyor ya! İşte benzer bir hayat süren Defne’nin yaşamı hiç de arzu etmediği bir anda ve şekilde son bulunca onda bir travma yarattı sanırım. Ansızın yakalayan bir tanrıdan rahatsız oludu! Üstelik de acımasız bir tanrı! Yüzü karanlıklar içinde; ne yaptığını bilmeyen, intikam olmayı da ihmal etmeyen bir tanrı(!)…

İşte bu bizim aydınımızın çaresizliği!

Ne dinsiz olabiliyor ne dinli. Ne Müslüman gibi düşünebiliyor ne de kâfir! Tasdiki tasdik değil, reddi red! Hayatı Allah yokmuş gibi yaşıyor ama başa gelenler konusunda da tanrısını suçluyor!

Çoğunuz merak ediyorsunuzdur, Mehmet ali bey, neden bu kadar spesifik bir mehleye takmış diye. Emin olabilirsiniz Sayın Altan’ın özel hayatı da dini anlayışı da beni ilgilendirmez. Ben ilgilendiren onun yarattığı algıdır. Onun rejime yönelik cesur yazıları nedeniyle bir kısım dindarlar tarafından adeta ‘mücahit’ gibi algılanması olmasaydı hiç konuya girmezdim. Bir yıl kadar önce, alem ve mükevvenat ile ilgili yazdığı bir yazı, İslamcı kesim tarafından adeta göklere çıkarılıp internette kapı kapı dolaştırıldı. Bana da yazı gelmişti. O zaman da yazıyı bana gönderen arkadaşa, bu yazı Ömer Hayyam’ın şiirlerindeki gibi –ki o şiirlerin çoğu aslında Hayyam’ın değil Hassan Sabbah’ındır ki Hayyam’a atfedilmiş. Hayyam inanan bir mümindir– septik, karanlık ve kör demiştim… Bir insan rejimle iyi mücadele ediyor diye mücahit olmaz.

***

Bir zaman bir televizyonda çalışıyordum. Depremin ertesi günü idi. Bir gazeteci arkadaşım, “gördün mü seninkisi ne yaptı?” deyince “benimkisi kim?” demekten kendimi alamadı.

Meğerse depremde çoluk çocuk bir yığın insanın hayatını kaybetmiş olmasından duyduğu travmatik duygusallıkla Cenab-ı Hakk’ı suçluyor ve o yüzden de şikâyet babından ‘seninki’ diyormuş.

İşi anlayınca, (haşa)  “Peki seninki ne yapardı” diye sordum. “Benimki, hak edenle etmeyeni ayırırdı” dedi. İliklerime kadar titredim. Ve anladım ki o da bir çok insanımız gibi Allah’a değil, kafasında var ettiğimiz, kendi tasarımı bir tanrıya inanıyor.

Ona sadece, “git Kuran’ı baştan sona bir oku. Kendi tanrından Allah’a sığın ki O, seni içine düştüğün halden çıkarır inşallah. Çünkü senin tanrınla bu âlemin hallerine tahammül etmek mümkün değil!” demiştim.

Aynı şeyi Sayın Altan’a da tavsiye ediyorum. O, despot, ne yapacağını bilmeyen gaddar tanrısından ancak Âlemlerin Rabbi Allah’a sığınarak kurtulabilir. Yoksa öyle zalim bir tanrının sultasında bu ömür zor biter!

Sonra, onu artık en çok İslamcılar okuyor. Kendi okurlarının nasıl bir Kudrete ram olduklarını bilmesi gerekmez mi? O yüzden Allah (cc) hakkındaki bilgisini bari, -iman demiyorum- yanlış ve hatalardan kurtarması gerekir!

***

Ölüm karşısında elbette her canlı, tepkisini bir şekilde ortaya koyar. Hayvanlar ve bitkiler bile ölümden irkilirler ve ona karşı acılarını gösterirler.

Yavrusu ölen baba serçenin feryadı

Geçen yaz Sivas’ta yeni düzenlenmiş meydanda belediyeye ait restoranda oturuyorduk. Bir baba serçe, yavrusuna uçma dersleri veriyor. Dakikalarca izledik. Restoranın camları çok büyüktü. Üzerinde bir işaret de yok. Yani insanlar bile dalıp çarpıyorlar. O zavallıcıklar da camı fark etmemiş olacaklar ki hızla cama doğru uçtular. Baba serçe son anda camı fark edip çark etti ama yavru fark etmedi. Hızla cama çarptı ve yere düştü. Hanım yavruyu avucuna alıp son saniyelerinde ona yardımcı olmaya çalıştı fakat onu kurtaramadık, öldü. Onu kenara bir yere bıraktık. O baba serçenin acısını ve çığlıklarını görmeliydiniz!

Sonra gözden kayboldu ve iki dakika geçmeden, yanında üç yavru ve dişisi ile yeniden geldi. Aman Allahım! Bir ağıt yaktılar orda bir panik hal sergilediler, görülmeye değerdi. Zerre miktar hissiyatı olan ağlardı.

Büyük baş hayvanların ağıtlarına tanık olmuştum ama kuşların da ölüm karşısında böyle sarsıldıklarına ilk defa şahit oluyordum. İçim yandı ve ağladım. Bir babanın bir annenin yavrusunun ölümü karşısındaki çırpınışı…

Ölüm karşısında Altan’ın gösterdiği tepki anlaşılabilir

Dolayısıyla ölüm karşısında Altan’ın gösterdiği tepki anlaşılabilir. Ama oradan, Yaratıcıya sitem çıkarması, inançsızlığından kaynaklanmıyorsa cehalettir. Bu da ona yakışmaz. En azından Kuran’ın bize tarif ettiği Allah’ı bilmesi gerekir, bu ülkenin bir aydını olarak. İnansın demiyorum. Çünkü Allah’ı bilmek başkadır ona iman etmek başkadır. Zaten çoğumuz biliyoruz, iman etmiyoruz.

Defne hanımın acı ölümü üzerinden kendi kişisel yaşamına dair bir sorgulamaya girip oradan kendi hak edişlerinin telaşına düşmüşse o ayrı bahistir. Zaten ölüm tam da bunun için vardır. İnsanın kendi yaşamını gözden geçirmesi ve varsa bir takım hak edişleri; onlar gelip sizi ansızın ve hazırlıksız yakalamadan önce siz onları kendi gündeminize getirip pişmanlık duyar veya telafisinin çarelerini ararsınız.

Bu da insanı yüceltir. Ben Sayın Altan’ın sitemli çıkışlarından, böyle bir dip sorgulama ve kendi resmini yakalamış olmanın getirdiği acılı öfkeyi sezdim! Hepimiz insanız ve Allah’ın sonsuz merhametine muhtacız. O’na da tavsiye ederim. Sık sık Rabbine dönsün, muhakkak ki, O’nu, acıyan, bağışlayan, esirgeyen, hak edilen cezanın en azını, nimetlerin ise en çoğunu veren olarak bulacaktır!

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir