Evet Ortalığı Karıştıran Amerika’dır Ama…

İyi ve kötü günler gibi medeniyetler de tarih boyunca milletler arasında tedavül etmiştir. Bir medeniyet ölmeden de diğer medeniyet ayağa kalkmamıştır.

Veyahut diyebiliriz ki her medeniyet, bir önceki medeniyetin ‘inkişaı’ndan –inkişafından değil– doğmuştur. Yani, bir medeniyet yükselir, yükselir ve nihayet herhangi bir ağaç gibi doğal olan kamelini bulduktan sonra durur.  Etrafa dal budak salar. Nihayet o yönde de sona vardığında; ya yavaş yavaş ölür ya da o kökün dibinden yeni bir filiz sürerek kendi varlığını tekrarlamak ister. Malumdur, ağaçlar yaşlandıkça tohumlarını daha uzağa atmaya çalışırlar…

Mevcut medeniyetimizin de bu akıbetten kendisini kurtaramayacağı bir gerçektir. Ve büyük ihtimalle, ölürken veya sahneden çekilirken, insanlığa hizmet işini, kendisinden devraldığı İslam’a terk edecektir.

Batı Medeniyeti de çöküşten kurtulamayacak

 Evet, insanlar gibi, insanların var ettiği yapılar ve kurumların da bir doğum, gelişme ve ölüm zamanı vardır. Çünkü insan gibi, insanın var ettiği kurumlar da mahlûktur ve zamanı gelince ölürler. Ama hayat devam eder. Bu gerçeği idrak edemeyen, tarihin bir kendini tekrardan ibaret olduğunu bilemeyenler, bugünkü batı medeniyetini ‘la yemut’ (ölümsüz) zannediyorlar. Güya Amerika hep var ve ‘külli şeye kadir’olacak!

Hâlbuki nice medeniyetler geldi ki, onlar çok daha güçlü idiler ve yıkılıp gittiler. Mesela Kuran bize Ad kavminden bahseder. Ad kavminin başkenti olan İrem için Cenab-ı Hak,  ‘Biz onun gibi bir şehir bir daha var etmedik’ buyurur. Düşünün ki o bile yok olmaktan kurtulamadı. Batı medeniyeti de bundan kurtulamayacaktır.

Hatta denilebilir ki, batı medeniyeti, çürük anlayışlar üzerine temellendiği için, kısa ömürlü olmuştur. Çünkü bu medeniyet, ‘pozitivist düşünce’ adı altında tanrı tanımazlığı esas almış ve böylece insan doğasına uymayan bir anlayış üzerine kendini inşa etmiştir. Bu medeniyet, insandaki hayvani ihtirasları azıttığı ve şeytani duygulara hizmet ettiği için, en az iki kere insanlığın yüzünü kızartacak şenaatler işlemiş, iki dünya savaşı ve onların artçı problemleriyle insanlık nezdinde, en az 150 milyon insanın ölümüne sebebiyet vermekten suçlu bulunmuştur!

Asya Medeniyeti’nin doğum sancıları

Bugün Arap mıntıkasında yaşanan sıkıntılar ve kanlı eylemler bile Birinci Dünya Savaşı’nın hanesine yazılması gereken ıstıraplar ve sıkıntılardır. O savaşta muhteris batı, bu bölgelerdeki mevcut doğal kaynakları kendi arzusu istikametinde rahatça kullanabilmek için, İslam medeniyetinden devralıp geliştirdikleri bilim ve teknoloji sayesinde tüm İslam yurtlarını kendilerine sömürge yapmışlar, halkları hiç de doğal olmayan sınırlar içinde yaşamaya mahkûm etmişlerdi. Şimdi İslam dünyası, batı medeniyetinin o pisliklerini temizlemeye çalışıyor.

Çünkü Batı medeniyeti artık kemaline gelmiş durumda. Yani ‘inkişaı’nı tamamlamak üzere… Yaşananlar da Asya medeniyetinin doğum sancıları…

Bediuzzaman bu asrın başında, Birinci Dünya Savaşı’nın bizim aleyhimize neticelenmesinin yarattığı ümitsizlik ortamında gördüğü bir rüyasında manevi bir topluluğun huzurunda savaşın sonuçlarını tahlil eder. Şöyle der bir cümlesinde: “Onlara (galiplere) müşevveş bir mazi, bize parlak bir gelecek düştü”

Ona göre Birinci Cihan Harbi’nde Müslümanların yenilmesi ‘hayırlı’ olmuştur. Çünkü eğer o savaşta Osmanlı – Alman ittifakı galip gelmiş olsaydı, biz insan tabiatına aykırı olan şu mevcut habis medeniyetin Asya’daki takipçisi ve temsilcisi olacaktık. Oysa şu medeniyet Kuran-ı Kerim ile mübareze halinde olduğu için, hem ömrü kısa, hem de yüz kızartıcı suçları bulunduğundan, ona sahip çıkıp temsilciliğini yapmak Müslümanlara yakışmazdı. O yüzden den Müslümanlar şu medeniyetten hep uzak durdular ve sıkıntısını çektiler.

Şimdi ise Müslümanlar artık yavaş yavaş o medeniyetin de mehasininden yararlanarak, iyi yönlerinden istifade ederek, kendi ayakları üzerine dikilmeye çalışıyorlar.

***

Her medeniyet, bir önceki medeniyetten beslenir. Nasıl ki Mısır medeniyeti, Sümer’den, Anadolu ve Grek medeniyeti Mısır’dan, Batı Medeniyeti Grek ve İslam’dan beslenip gelişmiştir, yeni doğmakta olan Asya medeniyeti de batı Medeniyetinin var ettiği imkânları kullanacak ve ondan beslenecektir. Size garip gelebilir ama hikmet-i ilahiye böyle işler.

Asya medeniyeti de, Batı medeniyetinin mevcut imkânlarından yararlanacaktır.

Bir yazımda, Kuran-ı Kerim’de zikri geçen Zekeriya (as) kavramının ‘hak din’ anlamına geldiğini, o yüzden de bir yerde İslam’ı (Ali İmran), bir yerde de Hıristiyanlığı (Maide) temsil ettiğini ifade etmiştim. Zekeriya kelimesi Kuran-ı Kerim’de, esasında, ‘imkânsızlığın mümkünlüğünü’ ifade ve temsil eder.

Yani nasıl ki, Zekeriyya (as) çocuk sahibi olma imkânı kalmamışken, Cenab-ı Hak ona  Yahya (yeni bir hayat) (as)’ı vermişse; aynı şekilde tamamen ‘akim’ hale gelmiş, skolastisizm bataklığına gömülmüş, akıldan tecerrüt etmiş Hıristiyanlıktan da aklın eseri olan bir medeniyeti var etmiştir.

Şimdi aynı imkansızlığın bu kere de İslam adına gerçekleştiğine insanlık tanık olacak ve olmaya başladı. Çünkü Zekeriya (as)’ya, çocuğunun olması için, bir yerde üç gün bir yerde üç gece ‘remzen konuşma’sı telkin edilir.  Bu üç gün ve gece, birer dönemi ifade eder ki, biri İslam için diğeri Hıristiyanlık içindir. Birinin gündüzü diğerinin gecesine denk gelecektir ve öyle de olmuştur. Hıristiyanlık için ‘Gün’ gibi olan üç yüz yıl, Müslümanlar için ‘Gece’ gibi geçmiştir. Şimdi bizim gecemiz nihayete eriyor. Ve fecir gözükmeye başladı.

Nasıl ki hiç de mümkün görünmüyorken, Cenab-ı Hak, Hıristiyanlığı uyandırıp ondan bir medeniyet halk etmişse, aynı şekilde cehalet, nifak ve fakr u zaruret içinde kıvranan İslam coğrafyasından bir medeniyetin doğuşuna insanlığı tanık edecek inşallah.

Elbette ki Asya medeniyeti de, Batı medeniyetinin mevcut imkânlarından yararlanacaktır. Nitekim de yararlanıyor. Hürriyet ve bireyin özgürlüğü fikri (demokrasi) Batı medeniyetinin bir icadıdır ki şimdi Müslümanların istediği odur! Onların da İslam medeniyetinden yararlandıkları gibi… Bilim tarihini inceleyenler, batı medeniyetinin nerelerden ve kimlerden beslendiğini çok iyi bilirler.

Evet, şu Asya Medeniyeti, mevcut Batı Medeniyeti’nin ‘inkaşıından inkişaf edecek’  ve insanlığa bir son adalet dersi verecektir umarız.

Ondan sonra ne olu bilemiyorum. Belki de insanlığın bu küre üzerindeki macerası sona erecek. Veya insanlık, zürriyetinin devamı için, yen bir ‘adem’ ve ‘havva’yı bir ‘fülki’l-meşhun’a bindirip başka gezegenlere gönderecek, insanlık macerasının orada devam etmesinin çarelerini arayacaktır.

Bu mülk Allah’ındır. Hüküm onundur. O dilediğini aziz, dilediğini zelil eder. Dilediğini imha, dilediğini ibka eder. Fakat mutlaka bir hikmetle eder. Neyi niçin var ve yok ettiğini elbette O, bilir ama her yaptığını da bir hikmete bina eder. Ve hiçbir varlığa, istidadının dışında yük yüklemez. Hiçbir varlığa hak etmediğini vermez. Başa gelenler, -nimet olsun nikmet olsun- hep saklı veya zahir talep ve istidatların eseridir. ‘Dad-ı Hakra kabiliyet şart nîst’ (Allah’ın birine bir şey vermesi için kabiliyet gerekmez) denmiş ama, yine de her nimet ancak onu taşıyacak kabiliyete sahip olanlara verilmiştir, verilmeye devam edecektir…

İstikbal yalnız İslamiyet’in olacak!

İslam medeniyeti, bugün her ne kadar zayıf ve çaresiz düşmüş ve cehaletin elinde kıvranıyor olsa da istidadı var ki yükselsin, güçlensin ve inkişaf etsin. Mademki, istidadı var, mümkündür ki Cenab-ı Hak, onu besleyip büyütsün de o istidattan nurunu tamamlayacak bir kudret var etsin!

Bediuzzaman bundan tam yüz yıl önce, Şam’da Ümeyye Camiinin minberinden tüm İslam coğrafyasına seslendiği hutbesinde şöyle diyordu:

“Evet, ben kendi hesabıma aldığım dersime binaen, ey İslâm cemaati, müjde veriyorum ki: Şimdiki âlem-i İslâmın saadet-i dünyeviyesi, bâhusus Osmanlıların saadeti ve bilhassa İslâmın terakkisi onların intibahıyla (onların uyanması ile) olan Arabın saadetinin fecr-i sadıkının emâreleri inkişafa başlıyor.

Ve saadet güneşinin de çıkması yakınlaşmış. Ye’sin burnunun rağmına olarak (hiç de mümkün gibi görünmeyen şartlara rağmen)  ben dünyaya işittirecek derecede kanaat-i kat’iyemle derim: İstikbal, yalnız ve yalnız İslâmiyet’in olacak…”

Bu ifadeleriyle Bediuzzaman, İslam coğrafyasının ve Osmanlı’nın –ki onun hatırasıdır aslında şimdi canlandırılmak istenen- dünyevi saadetinin gerçekleşmesi için, Arap halkının uyanması gerekiyordu. İşti şimdi o halk uyanmaya başladı. Ve tuhaftır, o hutbenin daha sonra kitaplaştırılmış hali olan Hutbe-i Şamiye kitabındaki metinde, 2. Haşiye’de bu uyanışta Amerika’nın katkısının olacağını haber vermiş.

Kim uyandırırsa uyandırsın…

Cenab-ı Hak, bir kâfirin, bir münafığın eliyle de nurunu tamamlar. Amerika, kendi menfaati için şu hadiseleri körüklüyor, yönlendiriyor veya sevk ve idare ediyor olabilir. Merak etmeyin, hadiselerin nerede duracağını yalnızca Allah bilir. Mademki Arap uyanınca İslam dünyası uyanacak ve saadet iklimi bu coğrafyada hâkim olacak, o halkı kim uyandırırsa uyandırsın iş bizim lehimizde karar kılacaktırinşallah.

Hatırlarsanız, aynı sözü Wikileaks ifşaatları için de söylemiştim. Bu ifşaatlardan sonra artık bizi idare edenler ya gidecekler ya da düzgün ve samimi olmak zorunda kalacaklar. İşte gidiyorlar.

Şimdilik çok kaba ve zorbalığı zahir olanlar düzeltiliyor, ilerde toplum daha ince ayarlar yapacaktır inşallah. Yani hayrımıza, yükselmemize, ileri gitmemize, insanlığa yakışır bir yaşam kalitesi var etmemize mani olan tüm unsurlar ve pislikler teker teker ayıklanacak, murdarlık, pislik, zulüm ve istibdat üzerine inşa edilmiş müşevveş halimiz, insan fıtratına yakışır bir hal alıncaya kadar temizlik devam edecektir…

Çünkü batıl vasıta ve imkânlarla hakka gidilmez…

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir