Ey Diyarbakır’ım, Ne Hoş Amed’sin Sen!

Seni tebrik ediyorum.

Ey Diyarbakır seni can u gönülden tebrik ediyorum!

Yiğit olduğunu, korkusuz olduğunu, minnetsiz olduğunu, haktan ayrılmayacağını zaten biliyordum. Fakat bu kadar cesur davranacağını tahmin etmiyordum!

Sen Diyarbekir’sin; ‘Bekir’in diyarı! Sıdkın ve sadakatin timsali olan Ebubekir’in ismiyle müsemmasın. Amed’sin, ben de sana ‘hoş AMED’diyorum.

Sözün bittiği, kelamın tükendiği noktada kalkıp beliğ bir nutuk irad ettin! Ölüm tehdidi altında umutla hayata sarılmanın; barış için daima başka bir yol var olduğunu göstermenin en güzel tercümanı oldun.

Şer odaklarının, nifak mahfillerinin, fesat kollarının seni yanıltmasına, sarmalamasına izin vermedin.

Hasan Öztürk kardeşimin de ifade ettiği gibi mahallendeki ağır baskılara aldırış etmeden, sivil inisiyatifin en güzel örneğini sergiledin! Ölüme hayat rengi verdin.

***

Biliyorum ıstırabın var.

Biliyorum kadrin kıymetin bilinmedi.

Biliyorum gönlüne yar, yorulduğunda sırtını dayayabileceğin duvar olamadım uzun zamandır. Dışlandın, horlandın ve hırpalandın…

Emin olabilirsin, sen hırpalanırken ben sefa içinde değildim. Benim de elim komlum bağlı idi. Dinimden, ezanımdan kitabımdan mahrumdum. Sana o işkenceyi çektirenler bana da rahat nefes aldırmadılar kardeşim! Silivri’nin ufkunda yankılanan iddialar, iddianameler  gösteriyor ne kadar büyük badireler atlatıp bugüne geldiğimizi…

İmkân vermediler ki sesine sesimi katayım, senin maddi manevi kalelerin çökertilirken gelip bir tuğla koyayım.

Yaşadıklarımız bir deccal düzeniydi biliyorsun. Bütün çağı ve bütün Müslümanları içine alan bir bela, bir musibet…  Hiçbirimiz, onun hışmından kendisini kurtaramadı ki gidip ıstırabı daha yüksek olana imdat edelim. Seni perişan eden hal, her birimizi başka bir meskenet ve zillet gayyasına atmıştı. İnan…

Üstelik sen, ‘acı çeken taraf’tın yalnızca. Biz Türkler olarak sadece acı çeken taraf da değildik. Güya ihanetin adı ve adresi idik aynı zamanda… Sana zulmedenler, haksızlık yapanlar ‘Türklük’ adına yaptıklarını söylediler. Oysa Bediuzzaman’ın da ifade ettiği gibi hakiki Türkün zülüm damarı yoktur.

Öyle diyor o mübarek. “Bana işkence edenlere dikkat ettim, hiç biri hakiki Türk değildi. Çünkü hakiki Türk’te zulüm damarı yoktur”. Ama sana işkinece ve zulmedenler hep Türk adını kullandılar. Zorla sana ‘Ne mutlu Türküm diyene’ dedirttiler. Ta ki bin yıllık kardeşinden şüpheye düşesin de bu topraklardaki birliktelik bozulsun. Ebedi İslam yurdu olan bu topraklar yeniden ‘od’ ve ‘salib’in yurdu olsun!

Hiç aklına gelmedi ki hakiki Türk olanın böyle bir söz söylemeye ihtiyacı yoktur! Ama işlerini iyi yaptılar. Çünkü deccalın en büyük vasfı aldatabilmektir. Hepimizi aldattılar. Her yapılan zulmün altına ‘varlığın ele geçirilmiş’ olan Türkün adı ve imzası konuluyordu. Her şey Türk adına yapılıyor gibi gösteriliyordu. Yazık ki kader ‘Türklüğün’ deccaliyet  tarafından kullanılmasına hükmetmişti bir kere!

Şefkatli kolları altında hepimizin huzur içinde barındığı koca imparatorluğumuzu yıkan;

Çaresizlikler içinde verdiğimiz bir mücadeleden sonra kurmak istediğimiz cumhuriyeti tanımaları karşılığında, bizi tüm manevi erdemlerimizi terk etmeye mecbur eden; Dünyamıza karşılık bizi, dini rüşvet vermek zorunda bırakan o zındıka komitesinin sana biçtiği rol acı ve gözyaşı, Türk’e biçtiği rol ceddine ihanet, dinini red’ti maalesef.

Yani sen o acıları çekerken, bin yıllık aziz dostun Müslüman Türk kardeşinin eli kolu bağlı idi. Ama sen yine de bağrından çıkardığın evladın Said Paşa’nın “Müstakim ol hazret-i Allah utandırmaz seni’ hükmüne uyarak adam gibi dik durdun.

Emin olabilirsin, bize Sebataylardan ‘ced’ler yaratmaya çalışanlar, şimdi size Ermeniden ‘ata’ yaratmaya çalışıyorlar. Ama sen de ben de biliyoruz ki ikimiz de Adem’den gelmeyiz ve Adem ‘topraktan’dır. Nesebini ve milletini inkâr eden haramzadedir.

Senin Kürtlüğün bin yıldır dostluğumuza halel vermemişken şimdi neden seni dışlayayım ki. Ve benim Türklüğüm bin yıldır seni yormamışken şimdi neden seni ikrah ettirtsin!

A güzel kardeşim, senin çektiklerinle benim acılarımın kökü aynıdır. Bu asrın başında tüm İslam âlemi kaybetti. Bütün dünya sathı, Müslümanlar için acı ve gözyaşıyla doldu. Bizi perişan eden asıl düşmanımız cehaletimiz, fakr u zaruretimiz ve içimize yayılmış tefrika ve ihtilaflarımızdı. (Hala da o taraflarımızdan yararlanıyorlar.)

Hasımlarımız, o düşmanları bize karşı kullandılar. İşgal edilmeyen, ayaklar altına alınamayan birkaç İslam yurdu kalmıştı. Biri senin de evladı olduğun Türkiye, biri Afganistan, biri İran. Onları da, sesini çıkaramayacak şekilde kıskıvrak bağlamışlardı tefrika ve ihtilaf ipiyle.

Sonunda Afganistan’ı düşürdüler. Şimdi İran ve Türkiye’yi de yıkmak istiyorlar. İran’ı Azeri Türk’le vurmak istiyorlar, Türkiye’yi Müslüman Kürt ile…

İşte ey Diyarbakır, sen buna alet olmak istemediğini gösterdiğin için tebrike şayansın!

Elbette Kürd’ün, -yönetim ondun adına olduğundan- Türk kardeşinden gücenmek için gerekçeleri var olabilir. Çünkü bugüne kadar yapılan baskı ve zulümler Türk kimliği adı altında yapıldı. Sana öyle gösterildi.

Ama inan ki sana baskı yapan kardeşin Türk değil. Onun seninle hiçbir derdi yok. Fakat yazık ki, Türklüğü ve Türkçülüğü ele geçiren deccalizm, -üstadın da belirttiği gibi- onu ve devletini İslam’ın bazı şearine karşı (ezan, cuma, tesettür vs) kullanmayı başardı. Fakat bunun muvakkat olacağı da haber verilmişti. İşte o muvakkat zamanın sonlarına geldik. Elhamdülillah Müslüman Türk halkı uyandı ve fark etti ki, onun namına çok zulümler işlenmiş. Şimdi, adını temizlemek için sana elini uzatıyor.

Senin o eli tutmaman için ne gerekiyorlarsa yapıyorlar, yaptılar.

Ama sen, ey güzel Diyarbakırım! O gün oraya, o mitinge bütün tehditlere rağmen binlerle efradın ile gelip katılarak, şer ve nifak odaklarına öyle bir şamar vurdun ki, inşallah sesi maşrık u mağripten duyulacaktır.

İttihad-ı İslam adına büyük hizmet ettin. Çünkü vaad edilmiş ki istikbal inkılâbâtı içinde en gür seda İslam’ın sedası olacaktır. Ve emin olabilirsin ki ey Diyarbakır, bir gün Müslüman halklar bir ‘cemahir’ halinde bir araya gelecek ve bu yurtlarda yeniden adaletle yaşanacaksa bu, her bir kavim içinde bolca efradı bulunan Müslüman Kürtler sayesinde olacaktır. O yüzden seni yeniden cahiliye dönemine; Zerdüştlüğe döndürmek istiyorlar. O yüzdenden işledikleri şenaatleri Müslüman Türk halkının boynuna atıp “O yaptı” diyorlar.

İşte sen öyle çetin bir sınav içinde iken ve küsmek için bütün gerekçelerin varken uzatılan eli tutun. Bütün tehdit ve kandırmalara, bütün tedhiş ve insafsızlıklara rağmen, orada gelip toplanarak, ‘Ben size inanmıyorum. Türk Kürt kardeştir” diyerek yiğitliğini gösterdin. O yüzden seni tebrik ediyorum. İstikbal adına, İslam dünyasının cennet asa geleceği adına!

Senin ve bizim saadetimiz, aynı kökten nebean ediyor. Ne diyordu Bediuzzaman, Kürtlerin ayrılıp gideceğini sanan safderun Türklere “Emin olunuz biz Kürtler başkalara benzemiyoruz. İçtimai hayatımız Türklerin hayat ve saadetinden neşet eder” (Münazarat, 84)

Emin olabilirsiniz ki Türklerin de sizsiz bir saadeti olmayacaktır! İşte siz bunu alemi gösterdiğiniz için seni tebrik ediyorum ey Diyarbakır.

Vallahi kasdım Ak Parti değil. Ak Parti mitingine katıldınız diye değildir tebrikim.

Nifakçılara dersini verdiğiniz içindir. Yüreğinize yerleştirilmek istenen korkuya kafa tuttuğunuz içindir.

Sizin yüksek şecaatinize de bu yakışırdı. Aranızda verese-i enbiya olan ulema ve meşayihiniz varken, her biriniz şecaatte maharet sahibi iken bir takım Zerdüşt bozuntularına Siyonist uzantılarına ve nifakçı, ırkçı, Türk ve Kürt ulusalcı komünist kalıntılarına pabuç bırakmayacağınızı gösterdiğiniz.

Ben de size Molla Said Meşhur’un lisanıyla sesleniyorum:

“Ey Kürtler müteyakkız olunuz! Ta ki bozguncu fikirler ve sizin kalbinizin iftirakından yararlanmasın. Ve bu şanlı birlik ve beraberliğe bozgunculuk illeti vermesin! Eğer birlik ve beraberliğin bozulmasına neden olursanız bütün millet ve İslamiyet sizden davacı olacak! Bu ihtilaf keşmekeşini, zamanın tokadını yemeden terk ediniz. Zira kurtuluş ve selamet fikirlerin birlik ve beraberliğindedir. Biz muvahhidiz. İslam’ın kardeşlik esasları altına dâhiliz. Fikir birlikteliğine ve kalplerin beraberliğine mecburuz!” (Molla said Meşhur’un Kürtlere Bir Mektubu, Bilal Tunç, İttihad ve Terakki Gazetesi, 6 Eylül, 1908, (mealen))

Evet haktan yana, barıştan yana olduğunu; MUVAHHİD olduğunu gösterdiğin için seni tebrik ediyorum Ey Diyarbekir!

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir