Feleğin İnadına Rağmen Kürt Meselesi Bitecek!

Diyarbakır’da toplanan Demokratik Toplum Kongresi’nde konuşan BDP’nin Van bağımsız adayı ve DTK Genel Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk, yaptığı konuşmada, ‘kötü şeyler olacağı’ öngörüsünde bulununca kıyamet koptu.

Tuğluk’un felaket tellallığından da öte bir tür teröre çağrı yaptığı kabul gördü. Konuşmasında, akıldan ziyada tepkisel öfkeye yer verdiği için onu böyle anlayanları kınayamayız.

Mamafih o konuşmayı acz içinde yapılan bir konuşma gibi algılamak da mümkün.  Tuğluk’un konuşmasını internette dinledim. Satır aralarında asıl niyetinin başka olduğu seziliyor fakat belli ki eline verilmiş bir konuşmayı aktarıyor.

Kendisi de bu memleketin bir kadını olarak, gidişattan rahatsız aslında. Bu cennet coğrafyanın cennet olabileceğini ama inatlaşma yüzünden cehenneme dönebileceğini söylüyor ve diyor ki “cennet olsa hemiz yaşarız, cehennem olsa hepimiz yanarız.”

Esasında beşeri kavgalarda kadın eli mühim rol oynar. Kadın ruhu genelde medeniyetten ve barıştan yanadır. Dolayısıyla ondan daha teennili bir konuşma yapması beklenirdi. Fakat yazıktır ki PKK, en agresif en itici konuşmaları hep kadınlara yaptırıyor. Bu bir taktik midir acz midir bilemiyorum. Bir Kürdün şöyle bir meselede kadını ileri sürmesi tuhaf!

Mamafih kadıncağızın dilinin altında bir feryat da var. Bu gidişatın kendilerine de zarar verme noktasına sürüklendiğini görüyor. Bir tarafıyla meydan okuyorken, bir tarafıyla da endişesini yansıtıyor. Esasında Bediuzzaman’ın da böyle bir endişesi var. Ben tam yerini tespit edemediğim için kendi ifadesiyle aktaramadım ama Allah göstermesin bir inatlaşma halinde Türklerin tarihi haşmetlerinden, Kürtlerin de kavmi cesaretlerinden taviz veremeyeceklerini hatırlatıp bu inatlaşmanın her iki halk için de bir musibete dönüşeceğini haber veriyor.

Bediuzzaman, bir yandan derin devlet içinde, Kürtlerin insanî taleplerini bile ayrılıkçılığın dışa vurumu şeklinde algılayan kesimi yatıştırıp güvence vermek, diğer yandan da uzlaşmaya asla yanaşmayan Kemalist ulusalcıların inatları karşısında pire için yorgan yakmayı göze alabilecek Kürtleri teenniye çağırmak babından şöyle sesleniyor:

“Emin olunuz biz Kürtler başkasına benzemeyiz. Yakinen biliriz ki içtimai hayatımız Türklerin hayat ve saadetinden neşet eder.”(Munazarat, 85).

Öfkeden salim olarak Tuğluk’un konuşmasını dinlemeye çalıştım. Fark ettim ki o da eline verilen ve konuşması istenen metni okumaktan tedirgin. İşin nereye varabileceğini hissediyor. İpi bu kadar germenin yanlışlığının da farkında! Ama ne yapsın onu oraya çıkaranlar ondan o konuşmayı yapmasını istemişler.

Devletin aklıselimi, bunu görmeli! O konuşmayı ondan isteyenlerin kim olduğu biliniyorsa onların üzerine gidilmeli. Yoksa sayın Tuğluk’a bir iki hakaret edilir ve iş bitti zannedilir. Neden Abdullah Öcalan’ı asamadığını devlet halkına izah edebiliyor mu? Bunu izah edemediğimiz sürece daha çok Tuğluklar çıkar!

Çünkü Türkiye Cumhuriyeti projesi, bir Süfyan rejimiydi; Türklüğün ve Türkçülüğün İslamın bazı şeairine karşı kullanılması operasyonuydu. Bunu ilk tespit eden Bediuzzaman, şu kullanımın muvakkat bir süre için olacağını, o sürenin de –bir takım işaretlerle- 2003 civarında sona ereceğini haber vermiştir.

Ama birileri bu sürenin sona ermesini istemiyor. Türklüğü ve Türkçülüğü İslam’a karşı kullanmayı sürdürmek istiyor. Bunların kimler olduğu, sayın Tuğluk gibilerin eline o metinleri tutuşturanları tespit etmekle mümkün. Devletin vazifesi budur.

Bir ülkenin başbakanına suikast düzenleme girişimi yapılırken, o ülkenin güçlerinin hala eli kolu bağlı durması anlaşılır değildir. Türkiye artık cidden dostlarını ve düşmanlarını bir kere daha gözden geçirmesi gerekiyor.

Elbette işlerin bu kadar azıya vardırılması, Türkiye’de cidden güzel şeyler olduğu içindir. Evet Türkiye iyiye doğru eviriliyor. Eski günahlarından kurtulmak için çabalıyor. Birileri de bu çabaları baltalamak istiyor. Bununla birlikte bu kavgadan medet umanlarda ciddi bir panik hali de seziliyor. Çünkü PKK dışı Kürt sivil siyaseti, PKK’nın sürekli kimliğe vurgu yapmasından bıkmış durumda. Zira onların da medeniyet nimetlerinden ve refahtan pay alma hakkı var.

İşte sistem onlara belediyelerini istedikleri adamlardan oluşturması hakkı vermiş. Devlet o belediyelere hak ettiği paraları aktarıyor. Onlar bu paraları halkın yerel ihtiyaçlarına serf edeceklerine dağdakilere gönderiyorlar. Kürtler bunun böyle sür git olmasını istemiyorlar. Sevgili bir gazeteci dostumun Sayın Osman Baydemir’den aktardığı bir kaç cümlesi net gösteriyor ki Kürtler bu PKK’nın kimlik etrafında sürdürdüğü politikadan bıkmış.

Kürtler de fark etmeye başlamışlar ki iyi şeyler olacak.

Kim ne derse desin, Türk devlet düzeni, esaslı bir değişim geçiriyor. Asker öncelikli yapılanmadan insan öncelikli bir yapıya dönüşüyor. Elbette bu kolay olmaz. Elbette bunu bir iktidar kaybı, bir istiklaliyet zaafı olarak algılayanları da çıkacaktır.

Onların anlayamadıkları şey, Kemalist Cumhuriyet ile ‘Türk devleti’ kavramının aynı şey olmadığıdır. Bunu kabullenmek istemiyorlar. O yüzden de onun, geçmişte gerek Sünni kesime, gerek Alevilere ve gerekse Kürtlere karşı işlediği zulümleri ‘o günkü şartların bir gereği’sanıyorlar. Bilmiyorlar ki, Türkiye Cumhuriyeti mantalitesi,  Türk devlet geleneğini yansıtmaktan ziyade, Sebetaist bir projedir ki, Haim Naom’un ifadesiyle ‘manası alınmış bir Türk’ imajı var etmek amaçlanmıştır.

Evet, yazık ki, Türkiye Cumhuriyeti, adındaki Türk kelimesine rağmen Türk milletine ait olamamıştır. Bütün çabası, Türk milletinin maddi manevi değerleriyle mücadele etmek olmuştur. Sadece 28 Şubat darbesinin gerekçeleri iyi incelense bu devletin kime karşı ve kimin yanında olduğu anlaşılacaktır. Kim ne derse desin Kemalist Türkiye Cumhuriyeti, bir ‘Batı projesi’dir.

Nasıl ki bugün ‘Hıristiyan Yayılmacılığı’ndan rahatsız olmayan bir ılımlı İslam var edilmek isteniyorsa o gün de manası alınmış, savaşma kabiliyetini yitirmiş, batı için tehlike olmaktan çıkarılmış bir Türk kimliği var etmek için uygulanmış bir projedir Türkiye Cumhuriyeti. Başarılı da olmuştur. Maalesef şu hakikati bizim milliyetçilerimiz gibi Kürtçüler de anlamak istemiyorlar. Zannediyorlar ki onlara bu zulmü yapanlar, Dersimi bombalatanlar Türk milletidir. Türk milleti o dönemler ‘ezan-ı muhammedisi’ni bile okutmaktan acizdi…

Bugün Türkiye’de yaşanmakta olan problemlerin büyük bir kısmı, şu rejimin, Anadolu’da yaşayan halklar ve dindaşlar arasına bilerek/bilmeyerek yerleştirdiği nifaklardır. Tarihinden, inancından, dilinden, alfabesinden, örfünden, kanunundan, hukukundan ve asırların birlikteliğiyle yoğrulmuş İslami kardeşliklerinden mahrum edilmiş halkların en küçük kargaşada birbirinin karşısına dikileceğini pekâlâ Avrupalılar da bilir Amerikalılar da…

Türkiye’nin büyümesinden, gelişmesinden, en azından kendi problemlerini çözmesinden ‘Avrupa çok memnun olur, Amerika zil takıp oynar, İsrail keyif alır’ diyebilecek tek kişi var mıdır?

Sanmıyorum. Diyen birileri de çıkarsa ya şuursuzdur ya da onların aramızdaki adamlarıdır.

Öyleyse, gelişen, büyüyen, halkıyla sorunlarını gidermeye çalışan, birikmiş acılarını, açılmış yaralarını sarmaya gayret eden bir Türkiye hiç de Batı’nın istediği bir Türkiye olmaz. Onlar isterler ki biz hep onların kapısında yalvarıcı olalım.

Aciz, çaresiz bir Türkiye kimin işine yarıyorsa, emin olabilirsiniz ki içimizdeki Ergenekonculuğu besleyen de PKK’ya hayat veren de Tuğluk’un eline o metni veren de aynı kimselerdir. Öcalan’ı, İmralı’da yedi yıldızlı otelde tutan da onlardır, PKK’yı destekleyenler de.

PKK’nın her işini bırakıp, Ak parti’yi hedefe koyması bunun net işaretidir. Çünkü Türkiye, biz sevsek de sevmesek de Tayyip Erdoğan’ın liderliğindeki bir kadro ile şu değişiklikleri yapıyor.

PKK gibi anarşist yapılanmalar zulümden, karanlıktan, şiddetten ve dehşetten, fukaralıktan ve cehaletten beslenir. Bugüne kadar ki devlet anlayışı, bilerek bilmeyerek şu yaklaşımları besliyordu. 2000li yıllardan sonra Türkiye, halklarına karşı tutumunu ciddi manada değiştirmeye başladı. Onlarla barışmaya, küslüğe neden olan halleri ortadan kaldırmaya soyundu.

Bu konuda ciddi mesafeler de alındı. Önümüzdeki dönemde anayasal açılımlar yapılacak ve inşallah Anadolu yeniden medeniyetin ve refahın havzası olacak. Onlar da bunu biliyorlar ve ne yapıp edip, şu gelişmeleri durdurmak istiyorlar.

Bana göre bu konuda Türk hamiyetperverleri kadar Kürtlere de büyük iş düşüyor hele de Tuğluk gibi kadın siyasetçilere…

Hititler ile Mısırlılar arasında asırlarca süren bir kavgayı iki kadın bitirmiştir. II. Ramsesin güzel eşi Nefer Ti Ti ile Tu Tu Hepa adlı bir Hitit prensesidir. Onların dostlukları erkeklerin yıllarca yapamadıklarını yapmış ve Hitit ile Mısır arasında uzun süren bir barış tesis etmişlerdir.

Sayın Tuğluk kafa yoracaksa bir eş olarak, bir kadın olarak bu meselelere yorsun. Kan dökmek, felaket telalığı yapmak, hele hele ele tutuşturulan konuşmaları yapmakla acılar dindirilmez.

Bu mesele çözüme doğru gidiyor. Hem de birlik ve beraberlik içinde. Ya bu çözümün tarafı olacaklar ya da hayat onları bertaraf edecek. Çok uzak olmayan bir zamanda inşallah hepimiz bunu göreceğiz. Bu millet İslam’ın şanlı geleceğinin mimarı olacak ve insanlığa adil düzenin en güzel örneğini sunacaktır inşallah.

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir