Gelin Şu Fırsatı Kaçırmayalım

Öncelikle okuyucularımdan özür dileyerek başlamalıyım. Onlara haber vermeden ortadan kayboldum. Ve tabii İbrahim kardeşimizden!

Mayıs ortalarından beri planlanan ve ‘Suudilerin iznini gerektiren bir çalışmamız’ vardı. Hicretin belgeselini çekecektik. Dört güçlü adam, günümüz teknolojisinin imkânlarını kullanmadan, fıtri imkân ve şartlarla o yaldan yürüyüp Yesrib’e varacak, orayı Medine’ye dönüştürecek serencama katılacak, bizler de danışman olarak zaman zaman onlarla yolda buluşup, hicretin hakikati ve anlamı; o seyr u sülük esnasında yaşanan sıkıntıların ve mucizelerin insanlık açısından kıymeti ve anlamı üzerine gençlerle sohbet edecek, daha sonraki etaplar için ekibi motive edecektik…

Çok bekledik, izinler çıkmadı. Bütün yaz planlarım suya düştü. Yaza dair tüm planlarımı askıya almıştım. Yazılması planlanmış bir iki kitap vardı, duruyordu. Nihayet Arabistan’ın vereceği izinden umudumu kestim ve diğer yaz planlarımı devreye sokmaya karar verdim.

“Önce biraz dinleneyim” dedim. Dinlenmekten maksadım, okuyacaklarım için yeterli zaman ayırmaktı… Tam ‘dinlenme’  yapacağım yere vardım, “acil gel başlıyoruz” dediler. Apar topar gidip tam bir çekim kampına girdik.

Değil yazı yazıp onu sizinle paylaşmak, uyumak için bile vaktimiz olmadı. 18-20 saat ful çekim yaptık. Ama sanırım güzel bir şey ortaya çıktı. Proje TFT’ye aitti. Bildiğim kadarıyla da STAR tv belgeseli yayınlayacak. Sahiden orijinal ve izlenesi bir çalışma olduğu kanaatindeyim…

Ne ise, işte bu planlanamamış meşguliyetlerden dolayı sizden uzak düştük. Tüm öteki tarafların affını ve hoşgörüsünü istirham ediyoruz…

***

Ramazan Ayı geldi, elhamdülillah.

İnşallah oruçlarını tutmayı da rabbimiz bize nasip eder.

Eğer insanlar, bu ayda tutulan orucun -ahiret sevabı bir tarafa- sağlık, sıhhat, afiyet, huzur, bereket, dostluk, hoşluk, nimet, menfaat ve keyif bakımından ne anlama geldiğini bilselerdi, bu ay, huzur ve sükûnet ayı değil, ‘cidal’  mevsimi olurdu. Ondaki menfaatlere sahip olmak için insanlar birbirini yerdi, hacerülesvede ulaşmak için yaptıkları gibi… Bir gram oruç bile zayi edilmez, bir tek orucu tutabilmek için, ecel döşeğinde yatanlar dahi bin türlü çare arardı.

Şimdi insanlar, tansiyonum var diyor oruç tutmuyorlar, ben obezim, dayanamıyorum diyor oruç utmuyorlar, benim migrenim var diyor oruç tutmuyorlar, tuhaf baş ağrılarım var diyor, oruç tutmuyorlar. Hipoglisemiyim, 2 saatte bir yemek zorundayım diyor oruç tutmuyorlar.

Evet, maalesef bugün insanlarımızın şekeri var, kolesterolü var, hipoglisemisi var, obezliği var, tansiyonu var, migreni var… var var var! Fakat bilmiyor ki bütün bu hastalıklar, bu belalar, nimete saygısızlığımızdan kaynaklanıyor. Nimetin kadrini bilmemekten kaynaklanıyor. Bilmiyoruz ki, ‘davar gibi’ tüketmekten, insan gibi beslenmeye geçebilsek bütün o dertlerden kurtulacağız.

Ama yapamıyoruz. Çünkü doktor diye başvurduklarımız da o belaların yemek içmekten kaynaklandığını bilmiyorlar, yahut bilmek istemiyorlar. Açlık nimetinin (yani en fazla günde iki kere yemenin değerini) bilemiyorlar. Oysa nimeti insan gibi kullanacak olsak tüm bu bela, musibet ve dertler ya yok olacak ya asgariye inecek.

Cenab-ı Hak, oruç için ‘kendi hatırını’ ortaya koyuyor; ‘insan onu benim hatırım için tutar’ diyor. Oruca, diğer ibadetlere yüklemediği bir fonksiyon yüklüyor. Ta ki hiçbir insan onu ıskalamasın! Ta ki, dertler, hastalıklar, çaresizlikler gelip insanın yakasına yapışmasın da kul, şu dünya üzerinde kendisine düşen hilafet ve ilahi dostluk vazifesinin layıkıyla yapabilsin. Kendisini gerçekleştirebilsin. Yeteneklerini kullanarak, kendisine bir saadet sarayı yapsın ve Rabbine varacak ‘eslem’  bir yol bulsun. Ama maalesef çoğumuz dert, keder ve hastalık torbası olmuşuz.

Hâlbuki oruç, nefsine yazık etmiş, haz ve lezzet tuzaklarına düşüp hayatı cehenneme çevirmiş kötü alışkanlıklardan kurtarmak için Allah’ın kulluna attığı bir iptir. Aralarından ‘dostlarını’ da yarattığı insanlara dostluk eli uzatmaktır.

Fakat yazık ki, insanı yeme içme makinesi sanan, onu sürekli meşgul ettirerek zayıflatacağına inanan;  insandan da hakikatten de habersiz bir takım doktorlar yüzünden insanlar, o ipi tutmayı akıl edemiyorlar. Oruç tutmamak için doktorlarımız insanlara o kadar çok bahane veriyorlar ki, nerede ise oruç, bir işkence aleti derekesine indirgeniyor…

Oysa bilseler ki, o ağrılar, o tansiyonlar, o migrenler, kolesteroller, o hayatı çekilmez kılan, yaşam kalitesini düşüren hastalıkların yüzde 90’ı yemekten içmektendir, belki de insanlar, boğazlarına kilit vurduracaklar, tıpkı eski Avrupalıların seyahate giderken, kadınlarının eteklerine kilit vurdukları gibi…

Ama anlatmak zor!

Kur’an bize, bir ayette, “O size ayetlerini gösterecek de siz onları tanıyacaksınız. Senin Rabbin, yapmakta olduklarınızdan habersiz değildir.”(Karınca (neml) Suresi, 93) buyurur. Böylece insanlar üzerine, Rabbin her emir ve yasağının hakikatinin apaçık görüleceği ve anlaşılacağı bir zaman geleceğini haber verir. Ben o zamanların geldiğine inanıyorum. Biz anlamasak de araştırmayı bilen batılılar kuranın her emir ve yasağının ne kadar derin hikmetler ve sırlar içerdiğini bulup insanlığa aktarıyorlar. Açlık tedavisi de onlardan biridir.

Batılı tabipler artık, insanlarda görülen hastalıkların büyük ekseriyetinin yemek içmekten kaynaklandığını; daha doğrusu oruç emrindeki hikmete itibar etmemekten kaynaklandığını anlamaya başladılar. O yönde diyetler ve yöntemler oluşturuyorlar. Açlık ve perhiz diyetleri, çoktan batı tıbbındaki yerini almaya başladı. Biz Müslümanlar da belki onlardan etkilenerek, Rabbimizin bize armağanı olan şu oruç nimetinin hakikatini görürüz.

Adamlar şimdi Tanrı parçacığının peşindeler. Pozitivist anlayışla, Rabbi yok saymayı sınayan batı, bu küstahlığının bedelini ağır ödedi. Şimdi onu telafi etmeye çalışıyor. Çünkü bütün bulgular, bütün deliler ve ayetler gösteriyor ki, insan Allahsız olamıyor. Şimdi evreni ve ondaki diriliği anlamak için Tanrı parçacığını arıyorlar. Hem de bulacaklar. Çünkü Allah, delillerini insanların gözüne sokacağını haber veriyor.

“İnsanlar, iman kadar namazın, namaz kadar zekâtın, zekât kadar, orucun, oruç kadar hac ve ‘kelime-i tevhid (Allahın var ve bir olduğunun)’in insanlık için ne kadar olmazsa olmaz şeyler olduğunu anlayacaklar,  görecekler:” diyor. Ve hem de görmeye başladılar.

Bugün varoluşçu psikoterapi, ruhu ve huzuru zedelenmiş, ‘clear’ olmaktan çıkmış, benim âcizane ifademle ‘fabrika ayarları bozulmuş’ bir insanın yeniden düzeltilmesi için, ‘ölüm’, ‘özgürlük/boşluk’, ‘yalıtılmışlık’ ve ‘değersizlik/anlamsızlık’ problemlerinin çözümlenmesiyle mümkün olabileceğini fark etmiş durumda. Freud’un mekanik çözümlemelerinin insana ne acılar yaşattığını da anlamış durumdalar.

*Evet, siz her insanın ölüm karşısındaki irkilmesine bir çare bulamazsanız,

*sonsuz özgürlük ve boşluğun insan ruhunda açtığı yarayı  ‘bir yere/bir şeye kendini ait bilme’ ilacıyla tedavi edemezseniz,

*iç dünyası tamamen yalıtılmış; hiçbir varlığın asla müdahale edemediği o yalıtılmış iç dünyayı ‘Allah’ın zikri ile’ dolduramazsanız,

*kendisini ‘değersiz’ sandığı için yaşamasına bir anlam katamamış ve sonunda ölümü yaşama tercih edecek hale gelmiş insanı ‘Allah’ın Kulu’ mertebesine çıkaramazsanız,

*yeme içmesini edep ve adap çerçevesinde tanzim edip, onu, kendisini hasta edecek yiyecek ve içeceklerden koruyamazsanız,

*elindekileri hem cinsleriyle paylaşmadıkça mutlu olamayacağını ona öğretmezseniz,

*içindeki sanal tanrıları, var ve Bir olan, her şeye gücü yeten Allah’ın kudretiyle temizleyemezseniz, insanı cinnetten, dünya cinnet mustatili olmaktan kurtaramazsınız.

Ben ramazanları, Alemlerin Rabbi sıfatıyla Cenab-ı Hakk’ın, her küstahlığına ve nankörlüğüne rağmen, kuluna elini uzatması, onu temizlemesi, ebede doğru akışında atalete düşmüş, yoldan çıkmış bu yüzden de ‘ebediyen oyundan düşürülme’yi hak etmiş, bir kula bir şans, bir fırsat, bir bonus daha verme gibi algılıyorum.

Hadi soyunun, şu fırsatı kaçırmayalım! Dostluğumuzu; Allah ile, kendimiz ile, çevremiz ile pekiştirelim. İnsanlarla, hayvanlarla, çiçeklerle, böceklerle, yıldızlar, zaman, gökler ve sularla dostluğumuzu pekiştirmenin mevsimini layıkıyla değerlendirelim…

Hayırlı Ramazanlar…

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir