Gün Ortasında Lamba Yakmak mı Gerekiyor?

Ak Parti’ye yönelik ‘ikaz’larımın sıklaştığına dikkat çeken bazı dostlarım, ‘Dilinin altındaki baklayı çıkar’ diyorlar, ‘yani muhalifsen muhalif olduğunu bilelim!’ demeye getiriyorlar.

Güzel hoş da ben bugüne kadar Ak Partili değildim ki bugün muhalif olayım. Hangi partide milletin bekası ve geleceği için doğru yönde bir adım atılıyorsa ben de o hareketi destekliyorum.

Açılım doğru bir karardı destekledim. Adına ‘Kürt açılımı’ denince eleştirdim.

Cuntacıları tasfiye, siyaset üzerindeki vesayet kültürüne son vermek için giriştiği her çabayı destekledim. Ama herkesin aynı torbaya konulmasını eleştirdim.

Anayasa’nın değiştirilmesi için her girişimlerini destekledim, referandumun büyük bir hizmet olduğunu söyledim ve onlara, yapılan hizmetin milletin geleceği açısından ne kadar önemli olduğunun maddi manevi delillerini sundum.

Batıya ve içerdeki uzantılarına karşı takındıkları onurlu hareketlerini destekledim, eğilmelerini kınadım.

Kürtlerin gönlünün alınması yolunda yapılan çalışmaları destekledim, inisiyatifi PKK ve Öcalan’a kaptırmalarını kınadım. İşte bakın, Diyarbakır’da yapılan kongrede ne parti vardı ne Kürtler. Sadece Öcalan’ın buyrukları vardı… Tıpkı açılımda olduğu gibi yine birileri hükümeti arkadan dolanıyor.  Elbette hayatın üzerindeki baskıların kaldırılması, herkesin kendisini daha huzurlu hissetmesi için gösterilen çabalar alkışlanmaya değer ama ülke bölünüyormuş gibi bir zafiyete meydan vermek büyük hata…

Bendeniz, artık kan dökülmesin diye ‘devletin’ Öcalan ile görüşmesini bile yadırgamamıştım fakat hapisteki bir teröristin dışarıdaki hayatları ve kongreleri kontrol etmesi kabullenilebilir değildir.  Ben bile kestiremiyorum, bu bir güç müdür zafiyet midir, halk nasıl anlasın?

Keza Kürtçe ile eğitim yapılmasının kabullenebilir olduğunu ama ilkokul seviyesinde Kürtçe ile eğitim yapılmasının sakıncalı olduğunu söyledim, söylüyorum. Böyle bir hareket, o bölgeye özerklik verilmesinden bile daha tehlikeli sonuçlar doğuracaktır. Biz birlik ve beraberlik için, İslam’ın birliği için çabalarken, Türkiye’nin iki temel unsuru arasında yeni ayrılıkların yaratılmasına tepkisiz kalmak büyük zaaftır.

Gelişmelerden sezinlediğim şu:  Birileri gerçekten ülkeyi zorluyor, halkı ve tahammülü zorluyor. Hükümetten rol çalarak, zaman içinde hal yoluna konabilecek meseleleri pişmemiş ve hazmedilemeyecek şekilde halkın önüne koyuyor.

‘Bunda hükümetin ne günahı var’ diyemezsiniz. Ülkeler böyle basit zaaflarla yıkılıp dağılırlar. Yok eğer bu işler hükümete yahut devlete rağmen oluyorsa emin olun bu hükümet, ikinci İttihat ve Terakki hükümeti diye tarihe geçmekten kurtulamaz.

Elbette hükümetin bölge halkıyla devleti barıştırmak için ciddi çabalar harcadığını da biliyoruz. Bugüne kadar ifade edilmesi bile olağanüstü halin ilan edilmesine neden olacak taleplerin karşılanması için çare aranıyor. Ama bunlar dışarıya hükümetin çareleri olarak değil, örgütün dayatmaları şeklinde dışarıya yansıyor. Doğal olarak birileri de bu hali, en olmayacak şekilde, yani ‘hükümetin bilerek taviz verdiği” şeklinde lanse ediyor. Hükümet “hayır bu böyle değildir” deme cesareti vermiyor bize. Böylece olaylar her iki halde de hükümetin ve Ak Parti’nin zaafı hanesine yazılıyor. Benim dikkatimi çeken asıl mesele ise hükümetin, bu konulardaki dayatmalara, şahıslarına yöneltilen eleştiriler kadar bile tepki vermemesidir!

İşte benim eleştiri ve alkış ölçülerim. O yüzden de kimsenin tarafı veya muhalifi değilim, olamıyorum. Geçmişte taraftar olduğum ve desteklediğim partiler oldu. O zaman gençtim ve dünya görüşüm gelişmemişti. Ama sonra bir partinin taraftarlığı fikri bana ağır gelmeye başladı. O yüzden de ne takım tutarım ne parti.

Hele bizdeki siyasetin, ‘rantın paylaşımı’ –mamafih bütün dünyada o hale geldi- oyunu olduğunu fark ettiğimden bu yana da ‘kenarda durmayı’ tercih ediyorum. Bu kuralımı bir kere bozup, ‘cemaat ve dinî gurupların aralarına sokuşturulmuş siyasî ve kalbî nefretlerin giderilmesi için’ en tepedekilerden birine bir mektup yazıp millet adına bir ricada bulunmuştum da boyumun ölçüsünü almıştım. Zira o hadiseden sonra adeta aforoz edildim. Emekliliğim olmasaydı kuru ekmeğe muhtaç kalacaktım. O yüzden particilik ve siyasetin Allahın rızası ile hiçbir alakası olmadığını iyi biliyorum. İmanî meseleler içine de girmiyor. Öyle bir şey olsaydı, cennetle müjdelenenler birbirine silah mı çekerdi!

O yüzden de partilerin değil, yaptıklarının veya yapmadıklarının taraftarı yahut aleyhtarıyım. Zaten kendi köşemdeyim, ortalıkta da dolanmıyorum.

Hafız demiyor mu, “Ortalıkta, olayların göbeğinde –yahut etkin siyaset yapan grupların içinde- yer almanın sayısız yararları vardı ama kalp huzuru isteyenler için kenarda durmak en selametlisidir” Ben de onu esas almışım. Ortada yer alanların, siyasetin içinde etkin bir şekilde yer almayı seçenlerin gördükleri faydalar ortada. Artık hepsinin hanları, hamamları, katları, yatları ve uçan atları var.

Benim de azıcık aşım ağrımaz başım var. İşim olmayabilir fakat rahat bir vicdanım, pürüzsüz uykularım, gerektiğinde yanlış yapanları karnını kaşıya kaşıya eleştirecek bir hürriyetim var. Yılkılarım, her vardığım yerde beni karşılayanlarım olmayabilir fakat sık sık vicdan muhasebesi ve umre yapmamı gerektirmeyen, basit, sade ve keyifli bir hayatım var. Elhamdülillah.

Bu bir tercih meselesi! Kısacası geçmişte Ak Partili olmadım ki şimdi muhalif olayım. Dün nasıl iyi işlerini alkışladımsa yarın yine yaparım. Dün nasıl, onları haram yememeleri, düzgün ve isimleriyle müsemma ak pak olmaları için uyarmışsam bugün de onu yapıyorum.

Evet, ikaz ediyorum iyi olsunlar diye… Çünkü bunlar gittiğinde gelecek olanlar daha çok keyfimi kaçıracak.

***

Ak Parti, benim açımdan CHP zihniyetini iktidardan uzak tutan bir maniveladan ibarettir. CHP algısı bende öteki Avrupa’yı; yani tanrı tanımaz Avrupa’yı, müstemleke laikliğini çağrıştırıyor. Size tuhaf gelse bile, batının İslam üzerindeki hegemonyasının mücessem bir karakolu gibi geliyor bana CHP. O yüzden de sabittir ve hiç değişmiyor. Hep aynı yerde, yani halkın tam karşısında duruyor. Milletin onun karşısına çıkardığı bütün partiler ise bir şekilde heder olup gidiyorlar. Ya darbelerle tasfiye ediliyorlar veya yolsuzluk ve rant bataklığına sürüklenip millet nezdinde itibarlarını kaybediyorlar.

Biz, Ak Parti de onlar gibi heder olup gitmesin istiyoruz. Milletin önünü açan, milletin önündeki bir kısım bariyerleri yıkan bir parti, birilerinin aç gözlülüğü veya basiretsiz kibirliliği sebebiyle yok olmasın. Fakat görüyorum ki hiçbir çaba, hiçbir ikaz onları o akıbete doğru gitmekten alıkoymuyor. Çünkü o kadar müstağni, o kadar ‘ben yaptım doğrudur’ anlayışına batmışlar ki, en küçük ikaza bile tahammülleri kalmamış. Her biri kendisini, maşrık padişahının ‘veliaht’ zannediyor.

Ara Not: Biz yine de ‘eski dostlarımızdır’ diyerek saflarında durabiliriz, fakat onlarla beraber olmak için bizi bile terk ettikleri liberaller de onları terk etmeye başladı ki bu tehlikedir! Çünkü Türkiye’nin yarı nüfusundan fazlası, dünya nimeini tercin eder durumadır. (Yestehibbunel hayate’d-dünya alel âhire)

Oysa artık tüm saltanatlar, bir seçimliktir! Bu halk, kendisini mutlak otorite ve iktidarın zorunlu sahibi sanan CHP’yi bile bir vuruşta yere sermiştir.

Bu millet kendisi için aylarca ağladığı, Özal’a rağmen talancı ANAP’a haddini bildirmiş. Bu halk, ‘dürüst ve temiz’ bildiği Karaoğlan’a rağmen bir seçim önce yüzde 22 almış DSP’yi ertesi seçimde yüzde 2’ye indirmiş. Yani iktidar hiç kimsenin cebinde keklik olmadığı gibi, halkın sizi seviyor ve kendisini size mecbur hissediyor olması da sizi güvendirmesin!

Ben uzak siyasetten, henüz gündeme girmemiş ‘karnından konuşmalardan’ söz ediyorum. Geldiğinde, tedbir almanın artık bir fayda sağlamayacağı toplumsal hışımdan!

Merak etmeyin, iktidar kaybetse de kazansa da benim halim bundan daha iyi veya kötü olmaz inşallah. Ama inanın Ak Parti mevcut gücünü kaybederse, bu millet çok şey kaybedecek. Ak Partililere bir şey olmaz. Yükünü tutan tuttu. Çoğu zaten bizim mahallelerimizden de göçüp gittiler. İktidar değişse de dünyalıklarına bir şey olmaz. Olan millete ve umutlarına olur. O yüzden de ben AK Partinin himmet sahibi olanlarını uyarıyorum ki milleti böyle bir partiden mahrum bırakmasınlar. Ve sanmasınlar ki iktidar çantada kekliktir.

Sayın Kılıçdaroğlu’nun acemiliğine ve siyasetteki toyluğuna bakıp ‘alternatifimiz yok, bize mecburlar’ sanıyorlar. Onlar sanıyorlar, fakat ben de biliyorum ki insanların başına iş açan hep bu zanlardır.

Zan, aldatıcıdır çünkü gölgeyi asıl sanmaktır. İnsanı çoğu kere içinden çıktığı noktaya istihza ile bakmaya sevk eden de edinilmiş bu tür zanlardır. Şeytanın hiç sektirmediği operasyonlarından biri…

Önce dostlarınız ve taraftarlarınız vardır. Birlikte yola çıkar, birlikte yürür, yağan yağmurun altında birlikte ıslanırsınız o yollarda. Ölümüne dostsunuz ama siz güçlü ve hırslısınız. Bir süre sonra bakarsınız ki ‘aranızdaki zayıflar’ –semiz olmayanlar- sizi yavaşlatıyor. Siz de onları yok sayarsınız. Ve bir grup semiz adamla yolunuza devam edersiniz. Yolda sizin gibi gürbüz olanlar da size katılır ama onların hakiki dostlarınız olmadığını bilmezsiniz.

Sonra bir de bakarsınız ki başlangıçta sizi kucağında taşıyanlar, yüreklerini size açanlar çok geride kalmışlar. Çünkü onlar yemediler içmediler ve zayıf düştüler. Size ayak uyduramadılar. Ama siz hızla yürüyüp gittiniz. Peygamber’in (asv) ‘sîrû ala seyri edâfikum’(Yürüyüşünüzü zayıflarınıza göre ayarlayın) uyarısını da kale almadınız. Yürüyüp gittiniz. Bir de bakarsınız ki yapayalnız kalmışsınız. (Zuhruf, 36)

Ve maalesef bu hastalık yani bağnazlık, sadece siyasetçilerimizde yok. Dava adamlığımız da,  cemaatçiliğimiz de dernekçiliğimizde de bu hal ile müttehem! İktidar insanı biraz ilahlaştırıyor sanırım. Hele rant, para, menfaat ve dünya nimetleri de işin içine girmişse ne erkân kalıyor ne üslup, ne İslam kardeşliği kalıyor ne kaide!

Siyaset bağnazlığı en belalısı! Gün ortasında lamba yaksanız bile hakikati göremiyorlar. Zaten lamba yaktığınızı görseler bütün bütün sizi dinlemez oluyorlar, deli diye. Öyle olmasaydı hangi siyasi mülahaza ile Evlad-ı Resule kılıç çekilebilirdi! Daha ötesinde ne söyleyeyim ki!

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir