Haremeyn Çağrışımları (II)

Malum Kâbe avlusunun genişletilmesi için canhıraş bir inşa ve tamir faaliyete sürüyor.

Tabi aynı zamanda tavafların da ardı arkası kesilmiyor çok şükür. Günün her saatinde Rabbin evininin avlusu Müslümanlarla dolup taşıyor. Everendeki devr-i alem orada da sürüyor. Kâinatın genel akışı ile uyum içinde, Müslümanlar o evin tarafında meczup Mevleviler gibi döndükçe inşallah İslam alemininin bekası da devam edecek.

Bazı ayetlerin telmihleri ışığında, İslam’n beş şartı olan ibadetleri aynı zamanda bazı duyularla toplumsal kurallarla alakalı biliyorum.  Mesela namaz göz ve sağlıkla doğrudan alakalıdır. İnsandaki basiret gibidir namaz. Onu terk eden insanlar ve toplumlar basiretlerini kaybederler. Fiili ve fikri sapıklıklara açık hale gelirler. Hayırlarını ve şerlerini (ayırt) tefrik ve temyiz edemezler. İç huzur yıkılır.

Oruç terk edildiğinde refah kaybolur. Toplum katmanları arasında nefret ve öfke birikmeye başlar. Katmanlar arasında iletişimi sağlayan kanallar tıkanır ve giderek insanlar kendi âlemlerinde çaresiz ve mutsuz bir hayat sürmeye başlarlar ki bu da kişiyi, gelecek her türlü fitneye ve kışkırtmaya hazır hale getirir. Fitne ve fesat toplumun içine girmek için yol bulur hale gelir. Kitlesel hastalıklar ruhi bunalımlar toplumda yayılmaya başlar… Ve ardından tabii olarak kıtlık ve yokluk getirir.

Zekâtın terki dehşetlidir. Zekâtı ve tabii sadakayı terk etmiş toplumun iç düzenini olmaz. Sürekli kargaşa, sürekli huzursuzluk ve ardı arkası gelmeyen nihayet bulmayan terör ve çekişmelerle yaşam zehirlenir adeta. Toplumsal hayat bir türlü rayına oturmaz, ekonomik yapı sürekli bir dalgalanma içinde kalır.  Türlü türlü fitneler, kargaşalar, suikastlar toplumun gündelik yaşamının bir parçası haline gelir. Vurdumduymazlık, insafsızlık alır başını gider. İnsanlar, insanların gözleri önünde linç edilirken bile dönüp bakan olmaz. Bencilik o kadar yayılır ki, insanlık yapayalnız bir cinnet koridoruna sıkışıp kalır…

Türkiye son dönemlerde sadaka vermeyi çoğalttı çok şükür. Zayıf ekonomisine rağmen, dünyanın en çok dış yardım veren iki üç ülkesinden biridir. Nasıl ki sadaka ve zekât vermek kişiyi bela, musibet, hastalık ve fakr u zaruretten korur, öyle de inşallah şu milletin dışardaki mazlumlara ve kendi çaresizlerine el uzatmadaki mahareti, gayreti, onun dünya hayatının dahi korunmasına hizmet edecektir.

Ben her gittiğim umrede bu halk ile iftihar ettim. En küçüğünden en büyüğüne insanlarımız, paralarının nerede ise yarısını sadaka için ayırıyorlar. Hatta kendisi gidemeyen bir yığın insan hac ve umreye giden insanlara orada dağıtılmak üzere para gönderiyorlar. Kâbe’nin ve Mescidin hizmetlileri, Türkleri çok seviyorlar. Öyle ki hizmetlilerden tutun da otellerde çalışan tüm personele varıncaya kadar hepsi nerede ise Türkçeyi öğrenmiş. Birkaç tanesiyle konuştum. “Neden Türkleri bu kadar seviyorsunuz?” diye. Hepsinin verdiği cevap bir kelimede toplanıyor: Türkler cömerttir ve merhametlidir.

Evet, Rabbin Evinin avlusunda, Resalulluh’ın Mescidinde (Haremeynde) bu sıfat ile bilinmek ve anılmak, Cenab-ı Hakkın da rahmetini üzerimize celbeder diye umutlanıyorum.

Haccın terkini daha önceki yazıda anlattığım için buradan şununla iktifa edeceğim: Haccın terki kessarit-i zunub olduğundan kefareti yoktur. Esarete ve yılgınlığa ve işgallere neden olur, bugün yaşadığımız gibi.

Ne zaman ki bu ümmet hacca ve umreye hak ettiği değeri vermeye başlar –ki vermeye başlamış görünüyor- o zaman Allah, bu ümmeti birbirine düşüren halleri de ortadan kaldırır ve yüreklerde birliktelik var eder. Yüreklerde birlik ve beraberlik oluşunca da Rahmet-i İlahiye iner ve yurtlarımızı işgalden kurtarırız.

Çünkü asıl işgal önce yüreklerde başar. Mamafih, yurtlarımızı yabancı askerler işgal etmeden önce hep yüreklerimizi günah, masiyet ve adavet askerleri işgal etmiştir. Ardından da yabancı güçler gelip yurtlarımızı ve itibarlarımızı işgal etmişlerdir.

İman ve İslam kardeşliğinin meyvesi olan sevgi ve muhabbet yüreklerimizi terk ettiği için kan ve coğrafya kaynaklı kültür unsurlar yüreğimizi işgal etti. Bu işgalin var ettiği düşmanlıktan yararlanan İslam ve iman düşmanları gelip yurtlarımızı işgal ettiler ve bizi kendi evimizde esir aldılar.  Şu esaret hala devam etmektedir.

Eğer biz yüreğimizdeki nefret ve öfke işgalcilerini kovup, yerine iman ve İslam kardeşliğini koyabilsek (uhuvvet) ve onu samimiyet ve azimle (ihlas) ile sulasak çok yakındır ki tüm işgalcilerden kurtulur ve İslam yurtlarında yeniden Selahaddin Eyyubilerin, Alparslanların, Fatihlerin, Yavuz Sultan Selimlerin güven telkin eden, umut veren, hayata şevkle bakmaya hizmet edecek sedalarını duyacağız. ..

Kâbe ve Mescid’de Vaaz

Eskiden Kâbe etrafındaki revakların altında insanların küme küme birilerinin etrafında toplandığını görürdük. Her dilden her anlayıştan âlimler orada fikirlerini ümmet ile paylaşırlar ve böylece fikirler dağılırdı. Sonra Suudiler buna son verdiler ve ancak Vahhabilik ekseninde konuşan âlimleri akredite ettiler. Onların dışında hiç kimseye konuşma hakkı tanımadılar. Konuşanlar da men edildi.

Ben geçen yıllarda bir kaç kez, beş on kişilik kafilelerle altınoluk karşısında oturup sohbet etmeye kalkıştım, polis refakatinde men edildim. Hâlbuki yaptığım konuşma Kâbe ve ziyaretle alakalı idi. O zaman kafilede kadınlar da olduğu için sandım ki kadınlardan dolayı müdahale ettiler. Sonra bir grup erkekle aynı işi yaptık, yine men edilince birine sordum. Dediler ki burada konuşacaklara izin veriliyor. Sen izinli olmadığına göre sana bu hakkı vermezler. İzin de tabii Vahhabilik mezhebine vukufiyet gerektiriyormuş.

Bu yıl bu mesele yine gündemime girdi. Evet, gördüm ki Kâbe’de ve Mescid’de konuşma hakkı bir tek Vehhabilere veriliyor. Diğer hiçbir anlayışa geçit yok. Hatta ehlisünnet âlimi bile olsanız, ister Mısırlı ister Suriyeli olsun İster Türk size de o hak verilmiyor. İlla Vahhabi olacaksınız.

İran dışında hiçbir ülke bu meseleye ilgi duymuyor. Halbuki son derece önemli bir mesele. En azından oraya gitmiş Türk hacılarını daha geniş anlamda aydınlatacak, o mekânlar ve manaları hakkında bilgi verecek Türk vaizlere de ihtiyaç var.

Keza lazım geliyor ki, hutbelerin diğer dillerdeki bir özeti Mescid girişlerinde halka dağıtılsın. Bir hutbe bazen 35- 40 dakika sürüyor, Araplar dışında kimse bir şey anlamıyor. Esasında Arapların da bir şey anlamadığına şahit oldum birkaç kez. Dolayısıyla o hutbelerin de bir özeti çıkarılıp pekâlâ insanlara dağıtılabilir.

Bunlardan maksadım şu ki, siz umre ve hac kastıyla gidiyorsunuz ama bu ibadetlerden hâsıl olması gereken asıl mana gerçekleşmiyor. Çünkü fikirlerin karışmasına, insanların yakınlaşmasına, dostulukların kurulmasına sistem müsaade etmiyor. Türk, Türk olarak gidip geliyor İranlı İranlı olarak gidip geliyor, Malezyalı Malezyalı olarak geliyor ve gidiyor. Ümmetin unsurları arasında bir uhuvvet bir kardeşlik bir karılma bir yakınlaşma oluşmuyor. Mescit’te ve Kâbe’nin avlusunda –hatta tavaf esnasında-  sayısız ve seyyar gettolar oluşuyor ve herkes kendi gettosuyla kendince bir ibadet edip gidiyor. Dışarıya karşı kapalı, aralarına kimseyi almamaya özen gösteriyorlar adeta. Namaz sırasında bile bir araya sıkıştığınızda yüzünüze bakıyorlar kendilerinden görmüyorlarsa yer vermemek için her yolu deniyorlar…

Şu meseleler maalesef kalplerin yakınlaşmasına, kardeşlik bağlarının gelişmesine mani haller… Böyle küçük, dile getirilmesi bile zül gibi görülen ama kalplerin karışmasına, bilişmesine mani olan sayısız haller ver. Ben Diyanet İşleri Başkanımız Sayın Görmez’in şu meselede ön ayak olması ve böylece hac ve umrelerin hakiki bir karmaya –ümmetin tanışma, bilişme ve sevişme galerisine- dönüşmesi için adım atması gerektiğine inanıyorum.

Yeni kral son derece makul bir insana benziyor. Ben bu yani kraldan ümitvarım. Ümmetin kaynaşmasına hizmet edecek gibi geliyor bana. Allah idarecilerimize hakiki feraset versin.

Kâbe Manzaralı Odalar Ve fotoğraflar

Eskiden Kâbe’nin avlusuna fotoğraf makinesi sokmak hapsi göze almaktı. 1992 de gazeteci olarak hacca gittiğimde bunu göze almış ve içerden bir iki kare Kâbe fotoğrafı almıştım. Bunu yaptığım için de arkadaşlarım arasında takdir görmüştür. Çünkü hakikaten fotoğraf çektiğiniz görüldüğü an, makinanız alınıp kırılır ve siz de bir süreliğine hapiste misafir(!) edilirdiniz.

Sonra Arap baharı denilen rüzgâr esti. Suudlular da bazı yasakları gevşettiler. Bu gevşetmeler içinde akıllı telefonlar ve fotoğrafların her mekâna sokulması da var…

Ben o zamanlar bu yasaklara şiddetle karşı çıkıyordum, “bu kadar da olmaz” diyordum. Bu kere şunu gördüm ki insanlarımız –büyük bir kısmı- fotoğraf çekmeyi ibadet haline getirmiş. Oysa orada Rabbin huzurundasın ve tavaf yapıyorsun. Tavafın namaz gibi, oruç gibi bir ibadet olduğunu, Rabbin huzurunda haşyetle ve edeple dönmesi gerektiğini unutuyor, ha bire fotoğraf çekiyor, video çekiyorlar. Nerede ise dizi film çekecekler avluda. Tavaf sırasında Kâbe’yi de içine alacak şekilde selfi yaparsa sanki ibadetini tescil etmiş oluyor. Oysa ibadet ifsad oluyor.

Şu meselede, başlangıçta yasağın kaldırılması için mücadele vermiş biri olarak, Rabbimden af diledim. Ne büyük bir fitnenin kapısını aralamışız meğerse. Şimdi mümkün olsa diyeceğim ki “Ey Suudlu yetkililer, almayın içeriye akıllı telefonları. Sokmayın kardeşim o mekânlara fotoğraf makinasını ve akıllı telefonları!” Yahu ibadet mi ediyorsunuz artistlik mi, belli değil. İnsaf be kardeşim. Şu insanoğlu hiçbir ruhsatı doğru kullanamayacak mı? Aman ya Rabbi?

(Devam Edecek)

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir