Hilal ve Yıldız

Birkaç zamandır yazı yazma disiplinimi kaybettiğimi biliyorum.

Bu hususta öncelikle sizlerden ve sonra da idarecilerimizden bir özür dileme sorumluluğunun oluştuğunu itiraf etmeliyim. Özür diliyorum. İnşallah bundan sonra daha muttarid ve sık yazacağım.
Bu yazıda bir tek konu etrafında yoğunlaşmaktan ise bazı meselelere temas etme yolunu seçeceğim.

Bizim bayrağımızda Hilal İslam’ı temsil eder malum. Yıldız ise Türk milletini… Osmanlının mağlubiyetiyle yıldız, İslam’ın istiklaliyetini temsil eden minarelerin aleminden (–âlem değil) düşürülmüştü. İslam dünyası başsız kaldı ve heder oldu.

Şimdi görüyorum ki o yıldız, yeniden parlamaya başlamış ve hem de yakındır ki aleme yeniden takılsın! İnşallah!

Memleketin Ahvali…

Bazı aksaklıklar bulunmasına rağmen açık söyleyeyim gidişat doğru yönde elhamdülillah.

Hükümetin tüm işlerinin doğru olmasını beklemek doğru değil. Bazen niyetlerin halis olması yetiyor. Çünkü neticeleri halk eden Allah’tır. Allah da kulunun kalbine, yani niyetine bakar.

Ben bu hükümeti idare edenlerin niyetlerinin samimi olduğunu görüyorum. O yüzden de her hareketlerinin Rıza-ı Bariye uygun olması gerekmiyor muvaffakiyet için. Zaten onların da öyle bir iddiası yok. Ama elhamdülillah, temel meselelerde ciddi hatalar yapılmıyor. O yüzden de ümitvarız ki parlak günler kapıda. Önünde ve sonunda emir ve iş Allah’ındır ve Allah vaat etti ki, yeryüzünün nihai varisleri iyiler (salih kullar) olacaktır.

Öyleyse bireysel anlamda bize düşen vazife hükümetin işlerine karışmaktan ziyade, kendi mülkümüzün idaresini iman ve ahlak çerçevesinde tanzim etmektir. Kul bireysel manada ahlakını düzeltmek ve hareketlerini rızay-ı ilahiye uydurmakla mükelleftir. Ötesi Allah’ındır.

Hatırlarsanız, zaman zaman temas ettiğim Rüyada Bir Hitabe’de, Bediuzzaman hazretleri, birinci cihan harbindeki mağlubiyetimizi izah ederken, hiç de sosyal ve ekonomik gerekçeler anmıyor. Ferde taalluk eden vazifelerin ihmalinden söz ediyor.

Diyor ki;

*Biz namazı terk ettik, Cenab-ı Hak da birikmiş secde ve rükû haklarını milletin zinde unsurlarını, siperlerde, beş sene yat kalk yaptırarak aldı…

*Cenab-ı Hak bize senede bir ay Ramazan orucunu tutmayı farz kıldı biz nefsimize acıyıp tutmadık, O da birikmiş oruç haklarını, millete beş yıl kıtlık ererek borcunu ödetti…

*Allah bizden malımızın kırkta birini fakirlerimizle paylaşmayı (zekat) istedi biz bunu terk etik, O da milletin sermayesini barut olarak topo tüfeğe koyarak yaktırdı…

Ferdin, devletin bekasındaki sorumluluğunu hatırlatması açısından ne Muhteşem bir tahlil…

Tabii ki devlete düşen işler vardır ve olacaktır. Ama memleketin işlerinin düzelmesinde ferde düşen, bireysel çabasıdır; imanını güçlendirmek, ahlakını tezyin etmek, Rabbin rızasını sağlayacak amellerde bulunmak…

Biz ne zaman ki, bize düşeni yapıp Rabbin işini Rabbe bırakmayı başarırsak devlet işlerinin de yola girdiğini görürüz.  Yeter ki kasıtlı bir hıyanet ve tembellik olmasın.

Bizim devletten ve hükümetten istediğimiz, tembellik yapmamaları ve istikameti kaybetmemeleridir. İşlerin ve akıbetlerin halıkı yaratıcısı Allah’tır. O da milletin hak edişine bakar…
Milletin hak edişleri tamamlanmak üzere.

Biz, âlemi İslam olarak yaptıklarımızla musibete müstahak olduk. Musibet gelince kul masum duruma düşer ve mağdur sayılır. Mağdur ise mağduriyetinin telafi edilmesini ister.

Kader, şahsî hatalarımızın külliyet kesp etmesi yüzünden, elimizden Osmanlı’yı alarak İslam dünyasını mağdur etti. Bir asırdan ziyadedir mağdur ve mazlumuz. Bu süreç, milletin hak edişlerinin tamamlanmasını sağladı.

Artık temizlendik inşallah. Mazlumlar safına girdik. Mazlumların yardımcısı ise Allah’tır. Bu mülk Allah’ındır. Ve Allah zalimin hasmıdır.

Batı medeniyeti, vicdansızlığının neticesinde inandırıcılığını kaybetti. Artık, beşer adına birilerinin şu medeniyete sahiplik etmesi lazım…

Medeniyete sahiplik etme sıra Asya’ya geçti. Asya’nın bahtının anahtarı meşverettir, şuradır. Ayağa kaldırılması da din iledir, hikmet iledir. Batı gibi akıl, güç ve teknik ile değildir.

Tabii ki ilimsiz hiçbir şey olmaz. Ama Cenab-ı Hakkın izzet ve azamet için koyduğu ölçü güç değil, hikmete ram olmaktır. Biz devlet işlerimizde adalet ve meşvereti, sosyal hayatın inşasında da imanı ve dini esas tutsak, milletin bahtı ve devletin yıldızı da parlamaya başlar…

Şu hükümeti muvaffak kılan da budur. Yani ihlas ve samimiyetleri… Hem de muvaffak olmaları hakkıdır.

İranlıların Eksikliği

Nihat Abalıoğlu dostumuz, lütfettiler bu yıl da bizi Besturun misafiri olarak umreye götürdüler. Allah razı olsun.

Bir kere daha Kâbe ve Mescid-i Nabi etrafında halkalanan ümmetin halini izleme imkanım oldu.

Bir kere şunu söyleyeyim, İranlıların eksikliği hissediliyor. Ancak itiraf etmeliyim ki bu eksiklikten ümmetin birliği adına bir takım ıstıraplar duymama rağmen birçok yönüyle de memnun oldum.

Bir kere tavaflar bir izdiham ve cedel olmaktan çıkmış. Kimse kimseyi itip kalkmıyor. Ben şahsen tavaflarda veya sa’yde yanımdan İranlı guruplar geçerken kenara çekilme ihtiyacı duyardım. Hep bir hışım ve öfke içinde hareket ediyorlardı. Belki –sanırım öyledir- niyetleri o değil ama ötkilere yansıyan hal buydu.

Bu umrede kimle konuşmuşsam dikkatlerini çeken hususun bu olduğunu fark ettim.

Fakat kalabalıktan bir şey eksilmemiş. Yani İran hacılarını ve umrecilerini göndermemekle Arabistan’a bir ceza verebilmiş değil. Suudi Arabistan’ın ekonomik açıdan İranlı hacılara ihtiyacı yok. İran’ın, hacılarını ve umrecilerini göndermemesi, Arabistan’a bir ders değil bir rahatlık olmuş… Yeterince hac ve umre müşterisi var zaten…

Kâbe Ve Osmanlı Revakları

Bu arada Kâbe’nin avlusu hakikaten epey genişletilmiş. Geçtiğimiz yıllarda geçici olarak inşa edilen iki katlı tavaf pistleri kaldırılamaya başlanmış. Çok az bir paftası kalmış. O da kalkınca tavaf alanı hayli genişleyecek.
Yerlerinden sökülen Osmanlı Revakları, daha da güzelleştirilerek yeniden yerleştirilmeye başlanmış. Tavaf alanı içinde gölgelik olarak kullanılacaklar ki hakikaten Suudi yönetimi o revaklara büyük bir kadirşinaslık göstermiş. Hassaten tebrik edilmeliler.

Bir iki hafta sonra tavaf alanı rahatlar diye düşünüyorum. Tamirat da sona ermiş. Bilmiyorum bu hac dönemine yetiştirirler mi ama fazla bir işi kalmamış.

Öte yandan Türkiye’ye düşen bir hizmet var. Acaba, Abdülhamit Hanın başlattığı ve sonradan bizim aleyhimize kullanılmış olan Hicaz Demir yolu yeniden ihya edilemez mi? Ben yeryüzünde İstanbul ve Medine kadar birbirine yakışan iki dost şehir tanımadım. Bu iki yürek sevdalısını bir kere daha kara yoluyla yani hızlı bir raylı istemle birbirine bağlamak nasıl olur acaba?

Hem Medine Garı da hazır yerinde duruyorken…

Ben bu kere Suudi yetkililerini ve askerlerini Türklere karşı çok daha hürmetkâr ve rahatlamış buldum. Eskiden sanki gizli bir rekabet varmış gibi tepeden bakmaya kompleksi hissediyordum. Şimdi artık, o kadar sevgi ile karşılıyorlar ki Türkleri apaçık görülüyor.

Ümmetin Bir Başa İhtiyacı Var

Ümmetin gerçekten bir başa ihtiyacı vardı. Bugüne kadar Suudi Arabistan’ın farklı tutumu yüzünden iki başlılık hâkimdi. Sanki o izale olmaya başlamış. Galiba şartlar ve mukadderat bunu gerektiriyor.

Hemen hemen tüm umrecilerde, özellikle Asya’nın ve Afrika’nın mağdur halklarında Türklere ve Türkiye’ye karşı olağanüstü denilecek bir muhabbet oluşmuş. Ben bir tek şahıs görmedim ki, “Türküm!”  deyince hürmet göstermesinler. Büyük küçük! Sizin Türk olduğunuzu öğrendiklerinde yüzlerinde hemen bir güven ve tebessüm oluşuyor insanların. Tabii bunda Türk hacıların cömertliklerinin de payı var ama mesele sadece o sadakalar değil. Daha derindeki bir ihtiyaç…

İttihadı İslam da böyle oluşacak inşallah. Başsız bir İslam yurdunun nasıl acılarla çalkalandığını gördük, yaşıyoruz. Yaşanan hadiseler, acılar, tüm Müslümanlarda bir lider arama ihtiyacı var etmiş. Ve Türkiye yaptıklarıyla, ettikleriyle, bu ihtiyacı karşılamaya en güçlü ve en samimim aday olduğunu gösteriyor. Elhamdülillah bu çıkış büyük bir hüsnü kabul de görüyor. Tayyip Erdoğan ismi, bunca yaşananlara rağmen hala gönüllerde birleştirici bir zamk gibi duruyor…

Şükür ki hükümetimiz de bunun farkında ve bu maya tutmaya başlamış. Artık görülecek fecirler, inşallah kâzip olmayacaktır. Ben bu umreden çok büyük bir umutla döndüm.

İran Siyasiyyunu

İran’a da bir iki kelime etmekte yarar görüyorum.

İran siyasileri, akıllarını başlarına almalılar. İslam’ın “sevadı azamı” olan guruba karşı tavır içinde hakaret etmeyi bırakmalılar. Yoksa yeniden dışlanacaklar. Artık meselelere Şia ve Sünni ekseninde değil, İslam tevhidi ekseninde bakmalılar.

İran büyük bir devlet ve Farslar, kadim bir topluluk. Onları İslam karşısında hezimete götüren; iki bin yıldır devam eden devletlerini İslam karşısında yıktıran, dönemin İranlı idarecilerinin hakka karşı kör ve inatçı davranmalarıydı.

Evet Arap eliyle gelen İslam iktidarından en çok zarar gören Fars milleti oldu. Bunun sebebinin de kuru biri kibir ve gurur olduğunu ehli insaf İran tarihçileri de biliyorlar.

İslam karşısındaki mağlubiyetlerini bir türlü hazmedemeyen Farslar içindeki menhus bir ırkçı damar, zaman içinde, İran kıtasını İslam’dan kopartmayı başardı.

Ne sayesinde?

Tabi iki Kerbela olayına itikadi bir boyut kazandırmaları sayesinde…

Bu, Fars milliyetçilerinin kasıtlı ve planlı olarak sürdürdükleri bir yöntemdi. Sonunda İran havzası İslam’a hizmet ettirilmekten çıkarıldı Meşhediler’in (Bizim Sabetistler gibi kendisini gizlemiş Yahudiler) de yardımıyla. İran yeniden zengin kültürü ve zihinsel açılımıyla İslam’ın hizmetine girmeli.

Gerek Selçuklular ve gerekse Harizimşahlar döneminde İran’ın İslam ümmetine bağışladığı âlim ve ulema sayısı küçümsenmeyecek boyuttadır. Hatta diyebilirim ki İran Havzası, İslam tefekküründen koparıldıktan sonra İslam tefekkürü derinliğini kaybetti…

İran ulemasının, zihinsel üretkenliklerini, Kerbela sendromundan kurtarmaları ve tevhidi önceleyen (Ali Şeriatî gibi) bir yola girmeleri gerekmektedir. Hem İslam’ın, İran sinemasına cidden ihtiyacı var. İslam’ın meselelerinin işlenmesi ve dünya gündemine taşınması gerekiyor. İslam toplulukları içinde, tarzı olan tek sinema, İran sinemasıdır.

Kendilerini İslam toplumunun ekseriyetini karşısında konuşlandırarak varlıklarını sürdüremezler. Bu kitye yeniden ayağa kalktığında İran bu haliyle ve tutumuyla, geçerli not alamaz, haberleri olsun!

Böyle devam ederlerse İslam âleminin ekseriyeti tarafından yeniden tard edilecekler ve geleceğin cennet asa yurtlarının inşasında bir hizmetleri olmayacak.

Bir kere daha dışlanmış olarak İslam’ın yükselişini mağduriyet içinde seyretmek Fars halkına reva değildir!

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir