İranlı Safevi Değil, Türkiye de Osmanlı!

Suriye konusundaki ideolojik ve tarafgir tutumuna rağmen, İslam dünyası, İran’ı Batı’nın kışkırtmaları karşısında asla yalnız bırakmamalı.

Hele, istikbali ve ‘yüksek menfaati’ İslam Birliğinin sağlanmasında olan Türkiye, bugüne kadar bu coğrafyada Batı çıkarları adına jandarmalık yapmış olmanın hukukunu kullanarak, ‘Batı’yı İran’a bir müdahaleden mutlaka caydırmalıdır.

Tabii eğer Türkiye, bu coğrafyada,  adam gibi bir ülke olmak niyetinde ise…  Siyasetçilerimiz ve diplomatlarımız böyle bir şansı Türkiye’ye kazandıracak rolü üstlenirler mi üstlenmezler mi bilemiyorum.  Çünkü bu tür; neticeleri anacak uzun vadede görülecek planlar, yüksek idealleri olan insanlara ve siyasetçilere özgüdür.

Yoksa pekâlâ, Safevilerin,  Osmanlı ya karşı sürdürdüğü yıpratıcı politikalarını bahane ederek  ‘efendim İran her daim bizi arkadan vurmuştur’ deyip bilindik, ‘ne şiş yansın ne kebap’  -fakat uzun vadede hem şişe hem kebaba zarar veren-  ilişkilerini sürdürebiliriz.

-Bu bize ne kazandırır?

-Bugünkü vaziyet bir İslam dünyasını!

Ama eğer Türkiye ferasetle hareket edecek olsa, ilk evvel İran ile ilişkilerini sıcak tutmak zorundadır. Çünkü İslam dünyasında siyasi birlikteliğin oluşmasına bugüne kadar mani olmuş merkezlerden biri İstanbul’sa öteki merkez İran’dır. Veya biri Bağdat olmuşsa ötekisi yine İran’dır. Arabistan veya Mısır’ın tamamen idarecilerinin ufuksuzluğundan kaynaklanan aykırı siyaset gütme hastalıkları, İslam birliğinin gerçek manisi değildir. Gerçek Mani Sünnilik ve Şialıktır. Bugün Şialığın mümessili İran olduğuna göre, giderek Sünni kesimin lider devleti olma yolunda ilerleyen Türkiye de onun karşıtı olmuş olur.

Açık açık dile getirilmese de bu karşıtlık öteden beri vardı.

Ve şimdi yeni bir kara arifesindeyiz. Batı’nın, geçtiğimiz yüzyılın başlarında Ortadoğu için çizdiği sınırlar ve koyduğu paradigmalar değişiyor.  Eğer uyanık davranmazsak, bu kere de Amerika, içimizdeki bu ayrılıkları kullanarak bizi birbirimize vurduracak ve İslam birlikteliği en az bir asır daha ötelenmiş olacak.

Yarının büyük ve birleşik Ortadoğu haritasının adımları bugün ve hemen şimdi atılmalı. Türk ve İran diplomatları veya bilgeleri acil bir şekilde bir araya gelerek, bugüne kadar birlik oluşturmamıza mani olan halleri bertaraf etmeliler.

Bunun için önümüzde harika bir örnek de var. Biliyorsunuz, Roma’nın dağılmasından sonra kıta Avrupa’sı uzun bir müddet bir birlik oluşturamadı. Zaman zaman isimleri değişmiş olsa da sürekli bir Alman ve Fransız çekişmesi yüzünden Avrupa hep kan kaybetti.  Kendi aralarındaki mücadeleler dehşetti. Yüzyıl devam etmiş savaşlar ve iç rekabet sebebiyle kıta Avrupa’sı asırlarca birbirini yemekten dışarıya taşamamıştır.

Ama bir gün akıl hâkim oldu. Yılların düşmanı Almanya ile Fransa, iki büyük dünya savaşının getirdiği yıkımdan da ibret alarak, savaş sanayiinin altlığını oluşturan kömür ve çelik rezervlerini birleştirmeye karar verdiler.  Bu düşüncenin fikir babası Jean Monnet’ti. Onun fikirlerinden yararlanan Robert Schuman,  1950 yılında Fransa ile Almanya arasındaki kömür ve çelik kaynaklarının birleştirilmesini, savaş sanayiinin temel girdileri olan bu madenlerin üretim ve kullanımının uluslarüstü bir organın sorumluluğuna bırakılmasını önerince, savaştan perişan olarak çıkmış olan Almanya hemen kabul etti. Diğer ülkeler de bunu benimseyince iş gerçekleşti. Daha bir asır önce böyle bir durumu Bismark hayal etmişti ama onu çok uzaklardaki bir düş gibi aktarmıştı.

Yani eğer barışmaları ve asla bir araya gelmeleri mümkün olmayan iki devlet varsa bu Fransa ile Almanya’dır. Ama onlar aklın yolunu esas alınca bugünkü AB ortaya çıktı. Elbette bugün AB’ın da kendine göre sorunları var ama Avrupa halklarının asırlık birçok yarası da sarılmış bulunmaktadır.

Dolayısıyla pekâlâ İran ile Türkiye, geleceğin birlik ve beraberliği için bugün bir adım atabilirler. Bu adımı da Türkiye’nin atması gerekiyor.

Çünkü İslam birlikteliğine Türkiye’nin ihtiyacı İran’nınkinden çok fazladır.  İran’ın ne geçmişiyle ne de komşularıyla hesaplaşmak gibi bir derdi var. Oysa Türkiye’nin hem kendisi ile hem çevresi ile ve özelilikle de Avrupa ile bir gün mutlaka hesaplaşacağı anlaşılıyor. Arkasında güçlü bir desteğe ve iyi organize edilmiş bir birlikteliğe ihtiyacı var.

Hadi tüm hesaplaşmaları bir yana bırakalım, Türkiye ve İran, eğer ümmetin önümüzdeki yüzyıllarda da sömürge alanı olmasını istemiyorlarsa mutlaka bir güç birlikteliğine gitmeleri gerekmektedir. Ortadoğu halkları, İslam gibi bir zamkı kullanamazlarsa, 14 asırlık yaramızı kaşınmaya açık vaziyette tutmayı sürdürürlerse, size söylüyorum; İslam dünyası çok yakın bir gelecekte, hiç hayal etmediğiniz derin bir çatışmaya sürüklenecektir. Şia Sünni çekişmesinin İslam dünyasına neye mal olduğunu öğrenmek istiyorsanız, sadece 160 yıl devam etmiş ve ancak Moğolların istilası ile bertaraf edilebilmiş Hasan Sabbah örgütünün cinayetlerine baksınlar!

Barış içinde birlikte bu coğrafyayı ayağa kaldırmak varken, eski yaraları diplomasi kavgası haline getirmenin âlemi yoktur.

Şu meseleye girmemin sebebi, İran’dan peş peşe gelen açıklamalar. Malum önce, İran’ın, bir Amerikan Casus uçağını ele geçirdiği duyuruldu.

Ardından, bir generalin ağzından, İran’ın Hürmüz boğazını tanker trafiğine kapatmanın yollarını aradığı ve bu gerekçe ile de askeri bir tatbikata hazırlandığı duyuruldu. Ama hiçbir resmi kaynaktan teyit edilemedi.

Daha onun şokunu atamamışken bu kere de yine İranlı bir yüksek düzeyli askerin ağzından, “Kürecik’i vururuz” açıklamaları geldi.

Bu coğrafyada hangi bahanelerin nasıl kullanıldığını bilen herkes anlamıştır ki, ortada bir tahrik ve kışkırtma var. Biz tam fark etmesek de bir ‘nasıra basma’ olayı yaşanıyor. İran’ın nasırına basanla, bunu teknik bir yöntemle yapıyor olmalılar ki onların ne yaptığın bilemiyoruz ama İran’ın karşı tavırlarını net görüyoruz. Yani kısacası Saddam’a yapılanın aynısı İran’ a yapılıyor.

Sonunda İran’ın tepesi atacak ve vahim bir hataya imza atacak. Böylece de Amerika veya İsrail, İran’ a karşı bir harekât başlatmanın zeminini yaratmış olacak.

Böyle bir harekât başladığında Türkiye İran’ın yanında da ye alsa bela, karşısında da. Öyleyse Türkiye bu açmaza düşmekten kendisini korumalı. İran ile sık bir ilişkiye geçmeli.

Sezgilerim beni korkutuyor çünkü. İslam birlikteliğini yeniden tehir etmek için çok sinsi bir plan devreye sokulmuş gibi geliyor bana. Bu plan, ancak İran ile Türkiye’nin ferasetli diplomatları sayesinde aşılabilir.  Şimdi, geçmişteki ayrılıkları konuşma zamanı değildir. Aksine birlik ve beraberlik için var olan en küçük imkânları bile kullanma zamanıdır.

İnşallah geç olmaz.

Benim küçük aklım bunu düşünebiliyorsa herhalde siyasilerimiz de düşünüyordur diye aklıma geldi ama yine de hatırlatmanın birilerine fayda sağlayacağını düşündüm ve yazdım.

Biz de ümmet olarak ‘Ve kuffe cemîal mudirrine keydehum. Ve anni bi aksamike hatmen ve vema havet’ ( Ey Rabbimiz, tüm yeminlerin ve o yeminlerin ihtiva ettiği hakikatler hatırı için tuzak kurucu muzırların tuzaklarını başlarına geçir) diye dua edelim…

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir