İsrailgillerin Hesaba Katmadığı

Sağlıklı düşünen insanlar bilirler ki, yaradılışta ‘hayr’ asıl, ‘şer’ ise tebeîdir (ikincil)

Hayır, kuşatıcı ve ‘külli’dir, şer cüzîdir.

Dikkatli bakan görür ki, kâinatın her bir türüne dair bir fen, bir bilim ve o bilime ait bir disiplin teşekkül etmiştir. Kimya, fizik, termodinamik, airodinamik, astrofizik… vs.

Bu disiplinler ve bilim dalları gösteriyor ki, bu külli kaideler bütün evren için geçerlidir. Mademki bilim var, kaideler de vardır. Çünkü o kaideler ve kanunlar her yerde aynı hal ile mevcut olmasalardı şu ilimler de olmazdı.

Mademki kaideler ve bilimsel kurallar vardır ve türün her nevinde geçerlidir öyleyse denilebilir ki, o nevide bir intizam mevcuttur. Şu fenler ve bilim, kâinatta geçerli bir intizamın dahi şahitleridirler.

Evet, bütünlük ve o bütünlüğü sağlayan kanunların yaygınlığı aynı zamanda açık bir intizam ve düzenin işaretidir. Çünkü bir şeyde intizam ve nizam olmasa çok istisnalar bulunması gerekir. İstisnalar düzenin umumiliğini bozar. Oysa düzenin işleyişinde bir aksama yok. Öyleyse istisna da yoktur.

Zaten ‘istisna’ ya bakışın, onu kuşatamamasının eseridir, ya da aklın, onu bütüne monte edememesinin eseri. Hâlbuki mutlak nizam gerektiriyor ki istisna olmasın.

Öyleyse en baştaki söze tekrar dönelim:

Kâinatta hayır ve hüsün (iyilik ve güzellik) esastır, şer ve çirkinlik ise tebei… Yani ikincil veya üçüncüldür…

Çünkü  şer, eşyanın hayrı kabuldeki kabiliyetsizliğinden doğmaktadır. Bu kabiliyetsizlik neticesinde ortaya çıkan ve bizce şer gibi görünen neticeler, maksadın da şer olduğunu göstermez.

Öyleyse denilebilir ki âlemin yaratılmasındaki temel maksat, hayır ve kemaldir. Eşya ve hadiselerin çatışmasından hasıl olan mücadelenin mutlak galibi de yalnızca haktır, güzelliktir, hayırdır ve kemaldir.

Evet galib olan ‘hak’tır. ‘El-hakku ya’lu vela yu’la aleyh’ (Hak üstündür ona galip gelinmez) denmiş. Hâlbuki bazen çirkinlik güzelliğe ve batıl hakka galebe etmiş gibi görünür. Fakat bu arızi ve muvakkattir. Âlemin nizamı, şerrin ila nihayet devamına ve galip olmasına müsaade etmez. Ve hem de etmemiştir.

***

Şu husus da sabittir ki, yaratılmışların en mütekâmili ve en ‘erkem’Beni Adem’dir (İnsan demiyorum. Çünkü her ‘insan’ beni âdem değildir.)

İstidadı, san’atı ve ortaya koyduğu medeniyet ve harikaları buna şahittir. Evet, ‘ademiyet’ aşısıyla aşılanıp insan mertebesine varmış ‘insan’ erkemdir ve canı, malı ve varlığı kutsaldır.

Onların da içinde en şereflisi, doğru Müslümandır. Buna insanlık da tanıktır, İslam medeniyeti de…Yeryüzünün en güzel varlığı ‘doğru müslüman’dır.

Ve dahi şu da kabul görmüş bir hakikattir ki, Beni Ademin ‘mutlak iyileri’ peygamberlerdir. Onlar masum, emin, yalana asla tenezzül etmemiş, alelade insanları kendi evlatları gibi sevmiş ‘Anka’lardır. Ekseriyetinin yaşadığına dair elimizde ‘nesnel vesikalar’ bulunmasa da onlar yaşamış ve insanlığı yüceltmek ve nihayet kemaline erdirmek için peyderpey gönderilmişlerdir.

Bütün peygamberler içinde, yaşadığı tarihi vesikalarla da ispat edilebilen tek peygamber Hz. Muhammed (asv)dir. Bunun böyle olması da ilahi bir tecellidir ki, diğer tüm nebileri, şu ahir peygamberin davasının mukaddimeleri ve nübüvvet ağacının damarları mesabesinde kılmıştır. Damarlar hafa toprağı altında kaldıkları gibi onlar dahi nesnel vesikalara ihtiyaç duymayarak adeta, ‘Biz ahir nebinin kökleri ve damarları gibiyiz’ demişlerdir.

Evet, sabittir ki: “Ekmel-i küll, Muhammed’dir” (sav) Mucizeleri ve harikulade güzel ahlakı onun, Beni Adem’in en kerimi, en güzeli en alicenabı olduğunu tasdik eder. Nasıl ki peygamberler onun varlık gövdesinin damarları iseler, evliyalar, asfiyalar ve ondan sonra gelen âlim ve ulema da o ağacın dallarına takılmış meyvelerdir. O yüzden tüm insanlık hatta düşmanları dahi tasdik ederler ki o, insanların en faydalısı ve en güzelidir.

***

Amma ki âlemin hali, özellikle de çağımızda yaşananlar, şu yukarıda anlatılan hakikatleri nakzedecek bir vaziyet almıştır… İnsanoğlunun canavarlığı ve nankörlüğü, Müslümanların aczi ve çaresizliği yüzünden yer ve gök fesada uğramış, zulüm ve bela alemi sarmış, şer esasmış ve hep devam edecekmiş gibi görünmektedir

En güçlü insanlar bile “Acaba insanoğlu, isyankârlığı, bozgunculuğu ve kan dökücülüğü ile kâinatta geçerli olan şu nizam ve intizamı bozmaya muktedir olacak mıdır? Nur-ı Muhammediyi söndürüp onun hakikatine şüphe düşürecek midir? Şeytana taşeronluk hizmeti veren Siyanist Evanjelikler, iddia ettikleri gibi, -Tanrıyı kıyamete zorlamak istiyorlar ya!- inatçı dinsizlikleri ve sürekli ifsatları ile Kudret-i İlahiye’nin bileğini büküp (sümme haşa!) şerrin hayra galebesini sağlayabilecekler midir? Cenab-ı Allah buna nihayete kadar müsaade edecek midir” diye düşünmekten kendini alamıyor!

Dünyada cereyan eden hadiseleri, yaşanan ve çoğu zulüm gibi görünen şenaatleri ‘fail-i mutlak’ sanılan Amerika ve onun efendisi İsrail’in marifeti bilenlere ve insanlığı bu iki satanist örgütün elinde zebun olmuş görenlere söylüyorum:

Asla!

Hiçbir güç asla sonuna kadar muktedir değildir ve olamayacak.

Bazen, insanlar ve milletler, kendi tembellikleri ve ihmalkârlıklarıyla yahut saklı zulümleriyle, galib-i mutlak olan Cenab-ı Hakkın hışmını üzerlerine çekerler. O da onları bir kısım zalimlerin eliyle cezalandırır. Ama bu asla ilânihaye devam etmez.

Çünkü cürüm sahibi, hak ettiği ceza veya musibetin kendisine isabet etmesiyle temizlenir ve masum duruma geçer. Hatasının ceremesini ödedikten sonra mazlum olur. Nasıl ki, hırsızlığından dolayı eli kesilen ve tövbekar olana yine harsızmış gibi muamele etmek zulüm ise öyle dei, biz Müslüman kavimler, Kur’an gibi ‘rehber-i küll’ olan bir kitap(Kur’an), Muhammed (asv) gibi ‘Ekrem-i küll’ olan bir Resul, İslam gibi ‘İnsaniyet-i Kübra’ olan bir dini arkamıza atmanın, Müslümanlığın izzet ve şerefini ayaklar altına aldırmanın ceremesini üç asırdır çekiyoruz, çektik. Artık layıktır ki biz cezamızı ödemiş olalım. Hem de cezamızın ödendiğine dair emareler görülmeye başlandı.

O yüzden Âdil ve Hakîm-i Mutlak Allah’a yemin edebilirim ki insanlık, şu şerri, çirkinliği ve zulmü ilânihaye hazmedemeyecektir. Hem de hikmet-i İlâhiye müsaade etmeyecek ki hazmedebilsin ve bu şer ve zulüm hali devam etsin…

Sizi temin edebilirim; evrende geçerli olan; nebattan haşarata, hayvanattan sair mahlukata varıncaya kadar bütün varlıkları kuşatmış olan umumi hukuka kast eden, insanlık aleminde geçerli kuralları hiçe sayan ve insan fıtratına karşı cinayet işleyenler asla affolunmaz ve ve cezasız kalmazlar.

Kan dökenin kanı mutlaka dökülecek, bin sene galebe çalmış bir şer, dünyada dahi bin sene ‘mağlûbiyetle’ cezalandırılacak ahrette ise, hayır, şerri ‘adem’ ile cezalandıracaktır!

Aksi takdirde bu, insanlığın  ‘mesh’i olur. Mesh olunmuş, insan sadece hilafet makamından tard edilmez, dünya dahi onun altından çekilip alınır.

Şerrin sürekli ve daim olması  insanlığın fıtratına zıttır ve asla insanlık uzun süre zulümde ittifak etmez.

Dolayısıyla, bizim Müslümanlara umut ve ufuk olsun diye yazdığımız bir takım işaret ve imalara dudak bükenler, ya inancın azminden mahrumlar, ya da Allah’ı layıkıyla bilmiyorlar ki. Amerika’yı veya İsrail’i ondan daha büyük zannediyorlar.

Bir yaprağın dahi izni olmadan düşmeyeceğini haber veren Cenab-ı Allah, Ekrem-i mahlukat olan Müslümanların başına gelenleri görmezlikten mi gelecek sanıyorsunuz?

Hayır. Yeter ki biz mazlum olmayı  becerebilelim. Maalesef, Müslümanlar olarak ‘mazlum’ olmayı  bile beceremiyoruz. Müslümanların zihni o kadar sekülerleştirilmiş ki, hiç birinin mucizeye imanı kalmamış. Herkes esbabı müsebbib-i hakki sanıyor.

Nuh’a tufanı bahşeden, İbrahim’e ateşi gül gülistan eden, Musa’ya denizi râh eyleyen, Yusuf’u kuyudan çıkarıp Mısır’a sultan eyleyen, Muhammed aleyhisselamın bir işaretiyle ayı iki parça, ve 50 bin yıllık mesafeyi bir lahzada seyran ettiren Rabbü’l-Âlemine ağır mı gelir ki, kış ortasında yaz, gece ortasında gündüz var etsin. Şu zalimlere Müslümanların eliyle bir sille vursun. Hayber’in, Kurayza’nın sarp ve güçlü kaleleri o üç beş sahabenin yalın imanını dayanabildi mi ki, şunların teknolojik kibirleri milyonlarca müminin duasına karşı dayanabilsin?

Yerle gök arasında bir anda bulutlardan müthiş bir orduyu halk edip sonra onu yaz boz tahtası gibi ordan oraya sürükleyip ondan milyonlarca ton yağmuru sağıp üzerimize rahmet olarak yağdıran Rahman ve Rahim Aallah, neden iman ehline imdat etmesin ve şu zalimlerin urukunu kesecek bir vesile yaratmasın?

Mümkündür ve hem de vaad etmiştir ki olsun. Mademki vaat etmiştir ‘ben ve elçilerim mutlaka galip geleceğiz’ diye, bizi önünde sonunda o zalimlere galip geleceğiz. İşte İsrail’in cezalandırılacağına inanmayanların ve İsrail gillerin hesaba katmadıkları nokta bu…

Artık onlarda kış bizde bahardır. Birazcık tarih ve izan bilgisi olan bilir ki bu medeniyet dedikleri şey, milletler ve coğrafyalar arasında tebâdül edip duruyor. Onlar sırasını savdı. O bahçenin meyvesi kekre, acı oldu. Beşeri iki kere istifrağ (iki dünya harbi) ettirdi.

Şimdi sıra bizde. Yani Asya medeniyetinde…

Yaşı 20 ve altında olanlar o medeniyetin en taze ve olgun meyvelerini devşirecekler inşallah…

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir