İşte 46 Ruhu Falan Dedikleri Bu!

DP Kongresi yahut ihtiyarlara saygı

Okuyucular hatırlar belki, ‘Dost Düşman Tanımlamasında yeni yaklaşımlar.” başlıklı yazımda, “Türk siyasetinde son 150 yılda iki kadro hareketi gerçekleşti. Bunlardan biri Genç Türkler hareketi, diğeri Milli Görüş (Ak Parti)hareketidir… “ demiştim.

Genç Türkler (Jön Türk) kadrosunun daha sonra Cumhuriyet’i kurduğunu, o kadronun, Türk milletini, zorla, rotası ‘Öteki Batı’ olan bir gemiye bindirdiğini hatırlatarak şu satırları yazmıştım:

“Osmanlı Devletinin imkânları ile büyüyüp beslenen ve Teşkilat-ı Mahsusa tarafından da ciddi bir şekilde desteklenen bu kadro, kurduğu devletin yol haritasını oluştururken, iki şeye özen gösterdi:

Bir; batmakta olan devletin enkazı altında kalmamak için redd-i miras yapmak!. İkincisi; yeni devleti Batının hışmından kurtarmak için Osmanlıcılık davasını (Osmanlının dünya siyasetinde üstlendiği misyonu) red etmek.

Zaten bu Jön Türkler, saltanat ve onun temsil ettiği misyona karşı çıktığı için, Türkiye Cumhuriyetini kuran kadro, seyr u sefer için oluşturulan yeni yol haritasını, bu ‘iki red’ üzerine oturtma işine çok gönüllü katıldı. Bazı tarihçilerin ileri sürdüğü gibi belki gerçekten de başka seçenekleri de yoktu!

Ama kurucu kadro, bu oyunu öyle arzulu oynadı ki, sonunda Batılılara bile parmak ısırttılar!

İlk iş, çekirdek kadroya alınmasını arzu etmedikleri -daha doğrusu direnç gösterebilecek- herkesi şu veya bu yollarla tasfiye ettiler.

Ardından devleti yapan bütün unsur ve kavramlar bir yana, milleti millet yapan değerleri de yerle bir ettiler. Her alanda yeni tarifler ve duruşlar getirdiler. İngiltere’yi memnun etmek ve İstanbul’dan ayrılmasını sağlamak için onlardan gelen laiklik talebini (Bu işin mimarı Hayim Naum’dur bilirsiniz) önce “takiyye” olarak uyguladılar ama sonra onu bizatihi din haline getirdiler. Devlet ve millet açısından “dost” ve “düşman” tanımları bile yeniden yapıldı ve 80 yıl boyunca bu devam edecek yol haritası esas alındı.

O yol haritasında, ‘uzaklaşılan destinasyon’un adı “irtica”, ‘varılması gereken destinasyon’un adı ise “çağdaşlık” idi.

‘Çağdaş’, alafranga ‘Tanrıtanımaz Avrupalı tip’ti ‘Mürteci’nin tarifi yoktu. Yeni rejime tavır alan herkes, o şemsiye altına sokulabilirdi ve nitekim öyle oldu. İşte Türkiye Cumhuriyeti’ni bugünkü sıkıntıların kucağına sürükleyen ve parçalanmanın eşiğine getiren bu tarifsizliktir.

Mesela geçen zaman içinde nelerin “irtica” kapsamına sokulduğunu bir düşünelim:

Saltanat, hilafet, din, İslam’ın hayat içindeki tezahürleri, Osmanlı ve onu çağrıştıran sanat, edebiyat ve hinterlant. (Örneğin; mülkiyeti bize ait olan Kerkük petrollerinden bir şey alamıyorsak, o kadronun red-i mirası sayesindedir.)

Yine o günün düşman tanımlamasında Arap, baldırı çıplak pis bir haindi. Kasrı Şirin anlaşmasından bu yana hiçbir yanlışı olmamış İran adi bir düşmandı. Kürt, her an bir hainlik yapabilecek öteki anneden olma kardeşti(!). Çünkü bu unsurlar, “İslam kardeşliği”ni çağrıştırıyordu ve İslam kardeşliği Türkiye cumhuriyeti için öldürücü tehlikeler içeriyordu. Zinhar!

Keza, İslam coğrafyası uzak durulması gereken bir coğrafya idi. Hatta hiç görülmemesi, yok sayılması, mümkünse haritalarda gösterilmemesi lazımdı. Çünkü bunlar Osmanlı mirasını ve misyonunu hatıratıyordu.

O yüzden başlangıçta tamamen bir ‘takiyye hareketi’ olan ‘laik’lik, bir süre sonra ‘İslam karşıtlığı’ külahını giyindi, çağdaşlık da sadece ‘içinde İslam bulunmayan hayat tarzı’na dönüştürüldü. Tıpkı ‘Ali’siz Alevilik’ fikri gibi, toplum, içinde Allah -Kitap olmayan bir İslam’ı(!) yaşama zorlandı. Yıllarca bunun tedrisatı yapıldı.

Fakat, ‘çağdaşlık’ olarak tarif edilen destinasyona da bir türlü varılamıyordu. Cumhuriyetin ‘kızıl elması’, ‘materyalist batı’idi ama Batı, bu meczup âşıkı istemiyordu. Her yakınlaşmasında onu aşağılayıp red ediyordu fakat (AB sürecinde düşürüldüğümüz halleri düşünün) o yine ‘tutkulu bir metres’ gibi gidip “sensiz yapamam’ diye yalvar yakar oluyordu.

Bu durum, zaman içinde Milletin onuruna dokunmaya başladı. Birileri bu yol haritasının Türk milletini asla ‘muasır medeniyetler seviyesine’ ulaştıramayacağını, kaptanların varılması gereken destinasyon konusunda yolcuları aldattıklarını, gemiyi ummanda lalettayin dolandırdıklarını fark edince, güvertedekiler kaptan köşkünü zorlamaya başladı.

……

Geminin seyr u seferine ilk itiraz edenler, o kadronun içinde yer almış bazı safdillerdi. Hemen tasfiye idildiler. (Terakkperver Halk Fırkası)

İkinci ‘ses yükseltme’ ise tayfaların da katıldığı bir hareket olduğu için büyük ilgi gördü. Sonunda, ‘elebaşlar’ı Kaptan Köşküne çağırdılar. Demokrat Parti(DP) hareketi böyle bir hareket idi. Bir kadro hareketi değil, itirazcılar hareketi idi.

Yolcular mevcut kaptandan (İnönü) gına getirdikleri için kaptanı değiştirmek istediler. Kaptan değiştirilir gibi yapıldı (Bayar), hepsi o. Aslında kaptan sadece üniforma değiştirmişti. Bu dahi büyük bir umut yarattı. O umudun inkişaf edeceği fark edilince, kıyafeti de kaptanı da alaşağı ettiler ve eski kaptanı getirtip yeniden köşke oturttular… “ (26/11/2007)

İşte 46 Ruhu falan dedikleri bu!

Yani sistemin sahipleri, iktidarı bütün bütün kaybetmemek için, sureta halktan yana görünen Bayar’ı işin başına geçirip sistemin geleceğini sağlama almışlardı. Nitekim hatırlayın, ‘cumhuriyet dönemi’nin yarattığı kutsalların korunması ile ilgili tüm kanunlar Bayar çıkarttı. Onun sayesinde, Menderes gibi samimi halk ve millet taraftarlarını da ipe çektiler. Bayar ise İnönü tarafından affedildi(!) 1960 ihtilali böyle bir şey.

Şimdi Menderes’in gerçek dostları, hakiki Demokrat delegeler çetin bir sınavdan geçiyorlar yine. Çünkü Menderes’i temsil eden Süleyman Soylu, -ki bana göre milletin değerleri açısından Soylu, Menderes’ten bile daha samimi ve bilinçlidir- Bayar’ı temsil eden Cindoruk’a -ki ruhen kendileri Jön Türk’türler- (espri: C yerine J, D yerine T, O’yu da u yapın manidar bir benzerlik bulursunuz) boğdurulmaya çalışılıyor.

Kim yapıyor?

Sistemin eski sahipleri. Yani o gün İnönü’nün temsil ettiği bugün ise Baykal’ın avukatlığını yaptığı Ergenekon!

Operasyonun adı müthiş! Güya Demokrat Partiyi kurtaracaklar. Oysa bakın ne kendileri ne de ‘beyefendi’leri, Demokrat Partiye oy vermemişler. Oy kullandıkları sandıkta DP’ye oy çıkmamış. Çünkü CHP’ye vermişlerdir.

Zaten ruhları CHP’li. Tıpkı Bayar gibi! O da ‘demokrat’ bir CHP’li idi! Ruhu, ona itaat etmeyi, onu sevmeyi ibadet bilmişti hatırlayın!

Sistemin en samimi, en sadık en ihlâslı şakirtlerindendi Bayar. Hiç öyle olmasaydı, demokratlık tahtını ona bırakırlar mıydı? O, bağlı bir hizmetkârdı.

İşte o yüzden, ‘sistemin saklı sahipleri’ (bilmiyorum o gün de bu teşkilata Ergenekon mu deniliyordu. Çünkü saklı sahiplerin 120 kişi oldukları ve hepsinin de tek tek seçilerek o gruba alındıkları bilenlerin mechulü değildir) nasıl o gün tehlikeye giren iktidarlarını korumak için yine kendilerinden olan Bayar’ı, güya karşılarına geçirip demokrat hareketin lideri yaptılar. Böylece sistemi alaşağı edebilme ihtimali bulunan Demokrat Hareketi’yi akim bıraktılar ise şimdi de kuyruğunu hukukun eline kaptırmış olan bu Taytıst tiplemeleri, aynı oyunu tezgâhlıyorlar.

Ak Parti’nin içine hulul edemedikleri için, dışardan tekere takoz koymaya çalışıyorlar.

Ben sizi temin ediyorum, Cindoruk’un siyasete dönme hareketi, Ergenekon’un, yani, sistemin habis ruhunun varlığını sürdüreme çabasından başka bir şey değildir.

Benim garibime giden, ‘demokrat’ kelimesinin lafzına takılıp ve bir daha da oradan çakamayan bir kısım safdil Nurcuların da bu olayda Cindoruk’tan yana görünmeleridir!  Bir kısım CHP’liler, nasıl hala 10. yılı geçememişler ve ancak 10. Yıl Marşı ile kendilerini güvende hissedebiliyorlar, aynan öyle de 46 Ruhu tarafından çarpılmış ve öylece kalakalmış bir kısım safdil nurcular da 50’li yıllardan çıkamıyorlar.

Birilerinin şu garipleri uyandırması lazım! Uyanma ihtimalleri olmayanların üstüne de toprak atıp baş ucuna ‘Ruhuna el- Fatiha, 1960’ taşını dikmek lazım.

Ben buradan Demokrat Parti delegelerine sesleniyorum. Sakın ha güzel kardeşlerim. Sizler hakiki demokratlarsınız, ferasetli olun, bir kere daha safdillik yapıp kanmayın. Tam bir demokrat çizgi sergileyen Soylu’yu, ‘cin’e ‘teccal’a kaptırmayın…

Bize yıllarca kendilerini ‘demokrat’ diye yutturanların yüzlerini 1990’lı yıllarda gördük. Saf ve temiz bir yüreğimiz var, âlicenabız, affederiz ama ahmak değiliz! Bir adam bir delikten iki kere ısırılmaz. Siz de ısırılmayın!

Hem, bu sayede hem Sayın Cindoruk’a hem de ‘ağababası’na iyilik yapmış olursunuz. Bu yaştan sonra siyaseti ne yapacaklar. Gidip biraz ibadet ve taat ile meşgul olsunlar. Gerçi ağababa ‘halis muhlis bir Nur şakirdi’(!) olduğu için “öbür tarafta yırtarım” diye güveniyor olabilir. Cindoruk’un öyle bir ‘kaskosu’ da yok!

Öyle değil mi? Hadi ihtiyarlara saygınızı gösterin. Gönderin onları rahat döşeklerinde dinlensinler!

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir