Kavranoğlu’nun Röportajı Koçi Bey Risalesi Kadar Önemli!

Ellerinde, Kudret kaleminin, kâinat kitabına yazdığı mektupları ve ondaki kanunları izhar eden Kur’an gibi bir rehber varken, İslam dünyasının, başlangıçta yakaladığı akılcı, dinamik, evrensel gerçeklikle uyumlu yaşam tarzını, sonraki asırlarda nasıl olup da terk edip meskenete ve cehalete duçar olduğunu asla anlayamamışımdır!

Çünkü Kur’an, adaletten asla şaşmayan ölçüleri, kaideleri ve ahkâmıyla; insanlığa, beşeriyeti huzura erdirecek en iyi sistemi kurması; en adil ve insan ruhuyla en uyumlu ölçüler koyması bakımından hem maddi terakkinin kefili, hem de gelişen yeni durumlara yeni çözümler üretilmesi açısından bir ‘üstad-ı küll’dür.

O yüzden de maddi manevi tedenni içinde yuvarlanmakta olan İslam dünyasının bugünkü halini anlamak mümkün değildir.

Anlamak mümkün değil ama gerçek bu! Özelikle maddi terakkiyat açısından tam bir sefalet içindeyiz!  Bu hal, maalesef,  Kur’an’ın ve İslamiyet’in, insanlık ailesinden hak ettiği ilgiyi görmemesine sebep olan haldir aynı zamanda. Düşünün ki aradan geçen 1400 yıla rağmen biz Müslümanlar, hala Kur’anı her beş kişiden dördüne hala ulaştıramamış ve anlatamamışız. Çünkü bizim halimiz ve ahvalimiz, insanların elimizdeki Kitaba ilgi duymalarını sağlamıyor; aksine, biz onu kötü ahlakımız, cehaletimiz ve geri kalmışlığımızla adeta değersizleştiriyoruz. Bence Allah sadece şu vebalin ceremesi için bile asırlarca bizi yabancıların bayrağı altında zille içinde yaşamaya müstahak kılsa adalet olur.

Ama yine de bize merhamet ediyor ve bütün bütün yok edilmemize fırsat vermiyor vermedi. O yüzden de ümit ediyoruz ki Allah bu ümmeti yeniden ayağa kaldıracak!

Peki, ilim olmadan, üretim olmadan teknoloji olmadan, dünyanın problemlerine akılcı cüzümler üretmeden bunu nasıl yapacağız? Elbette Allah her şeyi yapmaya, sebepsiz halk etmeye de muktedirdir ama bunu yapmaz. Çünkü imtihan sırrına aykırı olur. Bir yanda, çalışan, Cenab-ı Hakk’ın eşyaya gizlediği hikmetleri ve sırları bulup bulup onlardan yeni imkânlar var eden toplumlar, diğer yandan yan gelip yatan, cehaletini hikmet zanneden ve asırlardır kendini tekrardan ibaret bir yaşam tarzını sorgulamadan sürdüren Müslümanlar.

O Müslümanlar ki asırlardır istibdat altında inkişaf etmekten mahrum bırakılmış, sorgulamayı günah sanmış ve üstelik bu gayr-i Kur’anî hali, İslamiyet ve edep bilmiş bir kitle.

“Başımıza İcad Çıkarma”

Emevilerle birlikte başlatılan siyasi istibdat, zaman içinde başta medrese olmak üzere hayatın tüm alanlarını bir bir ele geçirmiş ve İslam, zahirde Kur’an’a uygunmuş gibi görünen ama esasta Kur’an’ın takip ettiği temel dört maksattan  dünya hayatımızı direkt ilgilendiren ‘adalet‘ten (-diğer üç maksat: vahdet, nübüvvet, ba’su be’del-mevt’tir-)  uzak bir yapı kazanmıştır.

İslamî yönetimlerin temel dinamosu olması gereken meşvereti, daha cenin safhasında iken katleden İstibdat, temelde; birisinin fikrinin diğerlerinin tamamının fikrinden üstün olması esasına dayanır. Hep aynı şahsın haklı olması gibi asla meşveretle ve gerçeklikle ilgisi olmayan haldir İstibdat. İstibdat, baskıdır ve kanunları keyfi uygulamaktır. Güce dayanarak muhalifleri ezmektir. Kendi fikrini ve görüşünü yegâne ve esas bilmektir. Bu da her türlü yolsuzluğa ve zulme kapı aralamaktır ki insanlığı mahveden bu haldir.

Evet, bizi sefalet çukurlarına sürükleyen,

İslam âlemini zillete, çaresizliğe ve acze düşüren,

İslam halkları arasında nefret ve düşmanlığı uyandıran,

Bizi birbirimize düşüren,

Temiz ve berrak olan İslam’ı zehirleyen ve onu zehirli hale getiren ve bu zehrin her şeye bulaşmasına yol açan, Müslümanların arasına bugün çözümü imkânsız gibi görünen ihtilafı, statükoyu, ben bilirimciliği sokan, bilim üretimini durduran, Kur’an ve Hadisin muhkematını bırakıp sapık tevillerin doğmasına yol açan istibdattır, ben bilirmiciliktir ve tekelciliktir.

İslam’ı bilim üretmekten alıkoyan, hayatı yaşanır kılmaktan uzaklaştıran, bu ne yaparsanız yapın değişmeyen, değiştirilmesine de müsaade edilmeyen gidişattır. Bezim toplumun en beylik laflarından biri, “eski köye yeni adet getirme”dir. Bir diğeri de “Yeni icad çıkarma!”dır.

Acaba “yeni icad çıkarma” telkinleri ve “cıs”larııyla büyütülen ve toplum icat yapar mı. Hayatıkolaylaştırma vasıtalarını bulmak için arayışa girer mi?

Asla girmez!

İşte İslam yurtları, -ne oldu da bu hale geldik bilmiyorum- miladi 1250’li yıllardan bu yana bilim üretmiyor, eşyaya dair fikir beyan edemiyor. Bu hal, güya geçmişe meydan okuyan ve hayatımızı modern çerçevede yeniden kurgulamayı tasarlayan Cumhuriyeti de etkilemiş, eskiden var olan zahiri saltanat, gizlenerek çok daha ağır istibdatlar yaratmış, çok daha direne kadar inmiştir.

Tiranlıklar Gibi

Cumhuriyet döneminde var edilen kurumsal baskılar ve onlar eliyle yaratılan tekelcilik, saltanat dönemine bile rahmet okutur boyutlara gelmiştir. İslam’ın ve Müslümanların kamusal alandan uzak tutulması gibi geçmiş asırlarda bir tek Lut kavminde görülmüş  (Hicr, 70)bir zorbalık modernlik adı altında insanlara dayatılmıştır. Rejim, halkına karşı memurları örgütleyerek, adeta onlara rüşvet vererek, bir azınlığın keyfi, küfri ve cebri dayatmasını, modernizm adı altında pazarlamıştır.

Saltanat kaldırılıyor denilerek yeni ve daha insafsız saltanatlar ve kurumsal tiranlıkların oluşmasına hizmet edilmiştir. Her bir kurum özerklik adı altında, hiçbir şey yapmadığı halde, kendisini halk tarafından sorgulanır ve denetlenir olmaktan çıkarmayı başarmıştır.

Bunların en başında da üniversiteler ve yargısal kurumlar gelmektedir. Hükümetlerin keyfi muamelelerine karşı verilmiş özerkliği, halka diklenmek adına kullanmışlardır… Adeta siyasi parti merkezi gibi davranmışlardır.

Kendilerini asla sorgulanamaz, dokunulamaz bir tiranlığa dönüştürmüşlerdir zaman içinde. Bu tip yapılanmalardan biri de hiç şüphesiz TÜBİTAK’tır. Ne hesap vereceği bir merci var ne de yaptığı bir iş… Yüzlerce insan çalışır ama uluslararası literatüre girecek hiçbir bilimsel çalışmaları da yoktur. Aksine, nerede ise şurada burada huda nabit olarak ortaya çıkan yetenekleri susturmak pasifize etmekle görevli gibi davranmışlardır…

Ve bugüne kadar da hiçbir iktidar çıkıp “Ya kardeşim siz ne yaparsınız?” dememiştir.

Koçi Bey Risalesi Kadar Önemli

Geçtiğimiz hafta başında Star Gazetesi’nden Fatma Özkan’ın Bilim ve Teknoloji Bakan yardımcısı Prof. Dr. Davut Kavranoğlu ile yaptığı röportajı okuyunca, içimde müthiş bir heyecan oluştu.

Kendi kendime,  “Eh nihayet, siyaset üzerindeki vesayetin kaldırılmasından sonra demek ki sıra bilimsel kurumlar üzerindeki ideolojik vesayetin sorgulanması zamanı da geldi”  diye düşündüm. Ve itiraf edeyim, siyasetin üstündeki askeri vesayetin kaldırılmasından çok daha mühim bir iş gibi geldi bana Kavranoğlu’nun feryadı ve tespitleri!

Eminim ki, Başbakan’ın da bu röportajdan haberi vardır. Yoksa bile artık olmuştur. Şu röportaj ile, Sayın Başbakan‘ın, bilim yerine adeta militan yetiştirmeyi görev edinmiş  üniversite yönetimlerine yüklenmesinin ayna döneme denk gelmesi amaçsız değildir. Acaba hükümet nihayet, bilim üretmek yerine darbelere çanak tutmayı, teknoloji üretmek yerine rejimi kollamayı vazife edinmiş üniversitelere çeki düzen vermeyi mi karar verdi. Eğer böyleyse bu cidden heyecan verici!

Düşünün ki bu kadar üniversitemiz var, hiç birinin dünya üniversiteleri arasında bir gıdımlık itibarı yok.

Sayın Kavranoğlu‘nun, TÜBİTAK’ı Sümerbank’a benzetmesi hakikaten harika bir tespit olmuş. Elbette Cumhuriyetin ilk dönemlerinde Sümerbank gibi devlet eliyle işletilecek kurumlara ihtiyacı vardı. Fakat yazık ki zamanla o kurumların tamamı çiftlik ve arpalık haline geldiler. Maksatları doğrultusunda kendilerini geliştirmek yerine yan gelip yatma yerleri oldular ve her kurumda bir aile ve yandaş saltanatı kuruldu. O kurum ve kuruluşlar adeta genel müdürlerin özel cumhuriyeti haline geldi…

Sayın Bakan Yardımcımız Kavranoğlu’nun da bu gerçekliklerin farkında olduğunu şahit olmak bana ikinci bir umut kaynağı oldu ki, bu ülkenin önünde parlak bir gelecek var. Şu cümlesini özellikle dikkatinize sunmak istiyorum:

“Şu anda Türkiye’yi dünyanın en gelişmiş ve müreffeh ülkesi nasıl yapabiliriz diye kafa patlatıyorum. On beş yıllık bir sanayicilik tecrübem var, yıllarca araştırma geliştirme yaptım, Türkiye’de nelerin aksadığını gördüm. Dünyada da geniş bir çevrem ve tecrübem oldu. Başarılı olanlarda nelerin doğru, bizde nelerin yanlış olduğunu gördüm. İstedim ki Türkiye’nin bilim ve teknoloji dönüşümüne katkıda bulunayım. Ben buna öncelikle hizmet etme fırsatı olarak baktım. Tek amacım siyasete girmek olsa, 50 yaşımı beklemezdim. Zaten bu görüşmeyi de bakanlığımız adına değil, akademisyen kimliğimle yapıyorum”

Sık sık bu ülkenin ve milletin parlak geleceğinden ve cennet asa bir istikbalin bizi beklediğinden dem vurduk ama hemen ardından da bilim ve teknoloji olmadan yerli ve güçlü bir üretim ve ekonomi ver etmeden bunun mümkün olamayacağını da vurguladık. Hatta bir yazımda, 2023 vizyonuna 11 yıl kaldı ama ortada bu vizyonu ne ile ve nasal gerçekleştireceğimize dair bir emare yok demişti.

İnşallah Kavranoğlu’nun bu çıkışı, bilim ve teknolojide bir miad olur.

Şu röportajın, Türkiye’nin ünlü kalemlerinden kaçması çok acı verici. Ben isterdim ki, o röportaj, mesela en azından Şeref Oğuz gibi teknoloji ile yakından ilgili, Taha Akyol, üst perdeden fikir üreten insanların da dikkatini çekmiş olsun.

Bana göre, Sayın Kavranoğlu’nun şu röportajı, Osmanlı’ya sunulan Koçi Bey risalesi kadar önemlidir. Osmanlı o risalenin gereklerini vaktinde yapabilseydi, yani savaşa dayalı ekonomik varlığını üretime yöneltseydi belki de yıkılmayacaktı.

Bu çıkış da Türkiye Cumhuriyeti’nin Koçi Bey Risalesi gibi önemli. Eğer Türkiye şimdi hemen şimdi bilim ve teknoloji yolunda gerekli düzenlemeleri yapmaz ve girişimci insanların önünü açacak bir imkân yaratmazsa Türkiye ne 2023 vizyonunun gerçekleştirebilir, ne de parlak dediğimiz o geleceğe ulaşabilir.

Bilim olmadan, teknoloji olmadan, yerel değerlerimiz evrensel pazarlarda alıcı bulacak hale gelmeden Türkiye’nin bir yere varması zor.

Evet, bu millet çağ açıp çağ kapatmıştır İstanbul’u almakla. İstanbul’u alan orda, dünyanın en ileri teknolojisini kullanmıştı. Mısır’ı fetheden Yavuz, dönemin en gelişkin silahlarını ve teknolojilerini kullanıyordu. Eğer Türkiye gerçekten bölgesel aktör veya dünyada sözü dinlenir bir devlet olmak istiyorsa acilen bilim üretecek kurumlarını gözden geçirmeli, bu işin önünü açmalıdır.

Amerika bu konuda iyi bir örnektir. Devlet kural koyan denetleyici ve teşvik edici olmalı, tasarlayan ve yapan değil. Bilim ve teknoloji alanında iddia sahibi ülkelerin hiç birinde TÜBİTAK gibi hem politika belirleyen hem uygulayan teknoloji kurumları yoktur. Üstelik de TÜBİTAK da maalesef tıpkı üniversitelerimiz gibi hantallaşmış, bilim ve teknoloji üretmek yerine ideoloji üretmeyi tercih eden bir kurum haline gelmiş.

Başat üniversiteler olmak üzere tüm TÜBİTAK ve benzeri kurumların elden geçirilmesi ve Rahmetli Özal’ın ekonomide yaptığı açılıma benzer dünyaya açılmalarını sağlayacak bir neşter vurulması zamanı geldi geçiyor. Bu doğrultuda bir günlük gecikme ibel gecikmedir.

Bu konuda ki bir açılım, inanın diğer tüm alanlarda yapılacak açılam ve atılacak adımlardan daha önemli ve daha hayatidir.

Öncülere selam olsun!

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir