Kürtler

Kürtler kadim bir halk!

Özelikle millet demedim, çünkü henüz milletleşme süreçlerini tamamlamış değiller. Geçmişte birtakım aile devletçikleri kurdukları görülmüştür ama tüm Kürtlerin katılımıyla oluşturulmuş ve uzun süre yaşatılabilmiş bir devletleri olmamış. Ve tabii uzun sürmüş acıları da… Çünkü yaşadıkları coğrafya, -genelde hep dağlık alanda yaşamışlardır- onların tam olarak itaat altına alınmalarına, baskı görmelerine mani olmuştur. Tıpkı çölde yaşayan Araplar gibi! Çöl, ordular için girilebilir olmadığı için Mekke ve Medine işgal yüzü görmeden asırlar boyu yaşamıştır.

Ve tabii uzun süreli acılar; millet olma bilincini doğuracak zulümler de yaşamamışlar. Ta bu asrımıza gelinceye kadar…

Önce şunu tespit edelim. Batının icat ettiği dil, ırk ve kan birlikteliğine dayanan milliyetçilik akımı, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tüm halkları –özelikle de Osmanlı tebaası olan halkları- derinden sarsmış ve uyandırmıştır. Bundan Kürtler de nasibini alacaktı; gecikmeli de olsa yaşananlar budur!

İkincisi; Osmanlı’nın parçalanmasıyla Batılı güçlerin  her kavme bir yer ve devlet verme planı, Kürtler için gerçekleşmemiştir. Çünkü o dönemin Kürt aydınları –ittihad-ı İslama bağlı oldukları için- Türklerle birlikte kalmayı yeğlediler. Bu da onlara maalesef acıyla ödetildi. Hem Batı ve hem de Türkiye tarafından.

Benim kanaatim odur ki 20. yüzyılın başında her kavme kendi devletini kurma hakkı verildiği halde Kürtlere o hakkın verilmemesi ve nüfus varlıklarının, dört farklı devletin toprakları içinde bırakılarak ve üstelik yapılan zalimane baskılara bigâne kalmaları da büyük bir plana hizmet etmiştir. Ta baştan bilerek mi yaptılar yoksa şartlar mı bu neticeyi doğurdu bilemiyorum ama bu hal, Kürtleri milletleşme sürecine sokmuştur. Tıpkı ‘Beni İsrail’ gibi…

Hatırlayın Kenan topraklarına geldiklerinde İbranilerin nüfusu azdı ve onun bunun arazisinde icarlı çobanlık yapıyorlardı. Fakat Cenab-ı Hakkın onlar hakkındaki iradesi başkaydı. Onları, zalimlerin yurduna varis kılacaktı. Bu zulmü işlemeye Mısır talip olunca Allah da onlar eliyle Mısır’ı parçaladı. Bu Cenab-ı Hakkın Hz. İbrahim’e (a.s) yaptığı bir vaitti.

Milletleşme Süreci Nasıl Başladı

Eee bir ailenin veya akrabalardan oluşan çoban bir topluluğun, bir millet halini alma süreci de az acılı ve sancılı olmuyor. İnsan kitlelerini tek amaç etrafında birleştiren, büyük acılar ve insan havsalasının alamayacağı zulüm ve haksızlıklardır. Bir insanın kendi seçimi olmayan bir şeyden dolayı baskı görmesi, dışlanması, horlanması onlarda bir tutunma ve birleşme bilinci var eder. Nitekim İbrani halkının Mısır’da maruz kaldığı zulüm, insanlık tarihinde görülmemiş bir zulümdü. Düşünebiliyor musunuz kral, kendi geleceğinden korktuğu için, kendisine hizmet eden bir kavmin doğan tüm erkek çocuklarını öldürüyor. Sadece İbrani olduğu için… Bu tür dayatmalar, sonunda mutlaka sahibi batırır, mağduru güçlendirir, n sıradan halkı bile kahraman yapar.

Tarihin derinlikleri içinde millet olma bilincini yakalamış kavimlerin macerasını okuyun göreceksiniz, onları ayağa kaldıran derin acılardır.  Efsaneler, o acılardan doğmuştur. Efsanesi olmayan halklar zaten millet de olamamışlardır. Ve kıyamet senaryoları olmayan milletler de varlıklarını sürdürememişlerdir. Düşünün ki Çin, sıra dağlar gibi setler yapmak zorunda kalmıştır kuzeyden gelen akınlardan kendini koruyabilmek için.  Firavunun “keyfi, küfri, cebri düzeni” olmasaydı, ‘Beni İsrail’ sittin sene Mısır’da köle gibi çalışmaya devam ederdi!

Şimdi şu “keyfi, küfri, cebri düzen” ifadesi size tanıdık geldi mi? Bu Bedizzaman’a ait bir söz ve Türkiye’de 1950’lere kadar uygulanan Müslümanları -ve doğal olarak dinlerine bağlı oldukları için Kürtleri- dışlayan, yok sayan düzen, yüreklerde derin acılar bıraktı.

Tabii Müslüman Türk kitle, ‘ne de olsa devlet bizim devletimizdir,  bir gün düzelir.’ umuduyla zulme katlanmış olsa da devletin o dışlayıcı yaklaşımları Kürtlerin devlet ile olan bağlarını zayıflatmıştır. Hele Kürtlerin bir hayat tarzı olan –medreseler gibi- ve dinî hayatı da besleyen müesseselerinin kasten yok edilmesi, onları ayrılıkçı fikirlere açık hale getirmiştir. Türk devletine ve Türklere karşı bir kırgınlık ve İslam’a karşı bir küsmeklik var etmiştir. Bu durum, Kürt milliyetçiliğini uyandırmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürmüştür.

Cumhuriyeti kuranlar, dinin daha doğrusu Osmanlı’nın etkisinden kendilerini kurtarmak için nasıl İskitlerden, Hititlerden atalar ve referans noktaları bulma yönüne gitmişlerse, Kürt milliyetçiler de Türkiye’nin ve Türklerin etkisini yok etmek için, müşterek hatıraların canlı tutulmasına neden olan İslam’ı dahi yok sayma cihetine gitmişlerdir. Bugün Kürt milliyetçilerin, kendilerine eski kaynaklardan ilintiler ve bağlantılar var –Yezidilikle yeniden irtibat kurmak  gibi- ederek batıl niyetlerine hak sureti takmak istiyorlar! Çünkü Kürt halkındaki İslami kimlik ve bağlılık onların arzu ettikleri gayenin önünde en ciddi mani olarak duruyor. Ve yazık ki “laikçi devletimiz”, uzun süre toplumdaki İslami bilinci yok etmeye çalışarak onların niyetine hizmet etmiştir.

Batılıların Müdahil Olmalarının Sebebi

Aynı süreçler hem İran’da hem Irak’ta yaşanmıştır. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı dört ülkede (İran, Türkiye, Irak, Suriye) de iktidarlar, Kürtlerde giderek artan ve huzursuzluğu çoğaltan bu kimlik arayışlarını bastırmak adına ciddi hatalar yaptılar. Hele Suriye’deki Kürtler nerede ise yok sayılmıştır. Eğer bu ülkeler bu kimlik arayışına demokratik bir çözüm bulabilmiş olsaydı Batılılar konuya bu kadar da müdahil olamazlardı.

Yazık ki bu ülkeleri idare edenler de tamamen batının kontrolünde liderler oldukları için, problemi çözmek yerine daha da büyümesine yardımcı oldular. Saddam o kadar ileri gitti ki, Halepçe’de kimyasal kullanarak bir anda beş bin insanın ölümüne yol açtı ve işin tuhafı dünya bu hadiseye uzun bir süre seyirci kaldı. Gerçi Türkiye de Dersim’de kendi halkına karşı uçak bombardımanı yapmıştı. Dönemin siyasi konjonktürü, büyük bir imparatorluğu kaybetmiş olma psikozu ve onun ardından küçücük bir araziye sıkışmış olma psikolojisi vs. bahane edilse de bu tür olaylar, karşı taraf olan insanlarda derin acılar ve dirençler var etmiştir.

20. yüzyıl, Kürtler için adeta, Mısır’da ikinci sınıf muamelesi gören İbranilerin millet olma sürecine benzer gelişmiştir. Bu algı onları farklı arayışlara itmiştir. Mesela her bir Kürt anası beşten ziyade çocuk doğurmayı adeta kendine görev bilmiştir… Bunun tamamen bilinçli bir hareket olduğunu söylemek elbette abartı olacaktır. Meselenin bir de ilahi yönüne bakmak gerekir. Zira Allah birçok ayette, horlanmış kavimleri zalimlere karşı ayağa kaldıracağını haber verir.  Kürtler de adeta bu süreci yaşamışlardır.

Geçmişte (Ortadoğu ve Yeni Sayfa gazetelerinde), “Eğer Türkler (yani devleti), İslam’a yaptıkları hizmetten dolayı sahip oldukları şu Anadolu topraklarında ilanihaye payidar olmak istiyorlarsa, Türkiye Cumhuriyeti’ni, dine karşı sürdürülen dışlayıcı tutumdan vaz geçirmeli. Asıl vazifesi ilâ-yı kelimetullah (Allah’ın adını yüceltme) olan ordunun, ne idüğü belirsiz ‘laikliğin bekçiliği’ gibi bir gayeyi yegâne maksat haline getirmesi ve böylece dine karış tavır alması sürerse, Allah da bu toprakları Türklerin elinden alarak başkalarına verir.” mealinde çok şey yazdım.

Nitekim Bediuzzaman da dönemin hükümetlerini uyarmış, Müslüman Türk halkına laikliği dayatmaya çalışmaları devam ederse Türk unsurunda bir daha kaynaşamayacak iki kesimin doğmasına yol açılacaklarını, bunun da Türk halkının gücünü yok edeceğini haber vermiştir.

Hakikaten de 80 yıl süren Cumhuriyet dönemi boyunca laiklik perdesi altında bu millet dinden soğutulmuş, işin kötüsü hakiki bir laiklik anlayışı da var edilememiştir. Cumhuriyet döneminin laikçilik sevdası sadece Türk toplumunu dejenere etmekle kalmamış, diğer Müslüman halkların da bizden küsmelerine ve –düşünün ki Müslümanların yanında görünmemek adına, Cezayir zulmü karşısında Fransa’yı tutmuşuz Türkiye olarak- Kürtlerin de uzaklaşmasına yol açmıştır.

Bu ayrışma tehlikeli boyutlara varınca da hükümetler, güya Doğudaki homojen yoğunlaşmayı önlemek için bölge halkının batı illerine göçmesine sebep olacak yöntemlere başvurmuştur. Benim şahsi kanaatim PKK dahi başlangıç itibarıyla böyle bir tedbirin neticesidir. Ama Türkiye’nin elinde patlamıştır.

Sonunda iş, Türkiye’nin kendi imkânlarıyla kontrol edebileceği boyutlardan çıkmış ve uluslararası bir mesele haline gelmiştir.

Kürtlerin içine düşürüldüğü mağduriyet, bölge ile ilgili planları bulunan tüm devletleri müdahil durumuna getirmiş, Başta Amerika olmak üzere, Rusya, Almanya, İngiltere, Fransa –(hatta bir zamanlar Yunanistan) bölgedeki bu huzursuzluğu kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı başarmışlardır.

Şimdi ise İsrail, en hakiki patron olarak bölgede ciddi ağırlık koymuş durumda. Temel eskatolojileri, arzı mev’udu ele geçirip üzerinde kuracakları devlet ile dünya hâkimiyetini gerçekleştirmek! O yüzden şimdi her taşın altından İsrail çıkıyor. Kürtlerin gerçek hamiliği onlarda… Her türlü gizli açık destekle güya bağımsızlıklarını kazansınlar diye  çabalıyor. Bunu ayıplayamayız. Ayıplasanız da reel bir değeri yok. Zira siz uzun yüzyıllardır sizinle kader birliği yapmış bir halkı kendinizden küstürmüşsünüz. Birileri de bu küskünlüğü alıp kullanacaktır. Hem de kullanıyorlar.

Ya Ayrı Bir Devlet Olacaklar

Ya Birlikte Yaşamayı Öğreneceğiz

Artık şu çok net anlaşılıyor! Kürtleri, geçen asrın başında dört ülkenin toprakları içine dağıtan irade, şimdi onları tek şemsiye altında toplamak istiyor. Şartlar da o yönde gelişiyor.

Irak bu amaçla yıkıldı, Suriye de bu amaçla parçalandı. Türkiye bu işi demokratik yoldan halledemezse, anlaşılıyor ki Türkiye’nin de başına çorap örecekler. İşin kötüsü Türkiye’nin bir irade gösterebileceği de ufukta görünmüyor. Açılım adına yapılan her adım, birileri tarafından ters yüz ediliyor ve Türkiye devletinin zaafı haline dönüştürülüyor.

Bakmayın büyüdük falan dendiğine. Hakiki bir demokrasiye ermeden, kendi içimizdeki problemleri güçlü bir irade ile içimizde çözmeyi sağlamadan büyüklenmenin bir manası olmadığı artık görülüyor. Ne irade koyacak azmimiz var. Ne bu iradeyi gerçekleştirecek maddi gücümüz. Maalesef tüm aksi söylemlere rağmen hala “söyleneni” yapmaktan başka çaresi olmayan bir ülkeyiz. Sayın Başbakanımız ve Cumhurbaşkanımız da işin farkında. Çünkü ülke kılcal damarlarına kadar işgal edilmiş. Bize ait bir mahrem bölge kalmamış ki orada kendinize ait meseleleri kimsenin bilmeyeceği şekilde konuşabilelim ve strateji üretebilelim. Türkiye bugün yatak odalarına kadar girilmiş bir ülkedir. Ve halk tam ortasından ikiye bölünmüş. Birinin ak dediğine ötekisi otomatik olarak kara diyor. Kabil-i iltiyam olmayan o inşikak gerçekleşmiş.  Gücünü ve iradesini açığa çıkaramıyor. Birileri yanı başımızda bizi de içine alacak bir yangını körüklerken biz yıllarca seyirci kaldık. Yapamadık, yaptırılmadı.

İşte görüyorsunuz milliyetçiliğimiz sadece acz üretiyor. Devletimiz, kuşatılmış durumda. En iyi dostları bile ona ihanet içinde.

Elbette bu kötü gidişatı değiştirmek için hükümet canla başla çabalıyor. Ama yazık ki ülkenin öteki kesimi adeta yangını keyifli izliyor. İktidar yanacak diye seviniyorlar. Evet, bu gelişmeler iktidarı yakabilir ama ülkeyi de yakacak, kimse farkında değil. Türkiye adeta, Endülüs’ün son demlerini yaşıyor gibi… Bizans da böyle derin iktidar kavgalarının yaşandığı bir hay huy içinde iken Müslümanlar tarafından alınmıştı. Beyler, ülke yangın yerine doğru sürükleniyor. Bu çırpınışımı şom ağızlılık olarak görmeyin. Türkiye bilinçsizce bir ayrışmaya doğru sürükleniyor ve herkes seyrediyor!

Türkiye ne yapıp edip şu Kürt meselesinde inisiyatifi ele almalı. Dişini tırnağına takıp ne kadar ağır gelirse gelsin, meselesini demokratik yöntemlerle çözmeli. Keşke bu işin başarılması konusunda da Milliyetçi kimliği ile Bahçeli başı çekebilse!

Bu Kere Hata Yapmamalıyız

Bundan tam yüz yıl önce en sadık dostumuz olan Ermenileri bizden ayırdılar ve düşman ettiler. Şimdi dinde kardeşimiz ve ta Selim Han-ı Sani’den beri Türklerle kader birliği yapmış Kürtleri bizden koparmaya hazırlanıyorlar. Bu kopuş sadece Türk devletini zayıflatmaz, İslam’ın birlikteliğini de en az bir asır geriye atar.

Ey Davutoğlu, Ey Kılıçdaroğlu, Ey Bahçeli ve ey -her şeye rağmen kendine göre güvenilir bir siyaset üslubunu sürdüren- Demirtaş efendiler, bu ülke yangın yerine dönerse, siz kendinizi kurtaramazsınız. Tarih de sizi hayırla yâd etmez. Şu iki kadim halkı aralarına küslük ve kan girmeden bir araya getirin. Uzlaşmanın bir yolunu bulun. Başkalarının bulacağı çözüm ya tehcir getirir –yüz yıl önce olduğu gibi- ya felaket. Allah akıllarını kullanmayan toplumları iflah etmez.

Hükümet de maalesef çok yatıştırıcı değil. Siz aynı ülkenin idarecilerisiniz. İt dalaşına gerek yok. Birbirinizi taciz etmeye gerek yok. Hele yeni bir Osmanlıcılık histerisine hiç gerek yok. Çünkü artık Osmanlı iyi taraflarıyla hatırlanmıyor. Bize Osmanlı unutturuldu. Sadece acıları hatırlıyoruz. Çünkü sadece onlar zinde tutuldu. Osmanlı’nın adaleti, sevgisi, herkesi kendi coğrafyasında kendi kültürü içinde serbest bırakmış olması kimsenin hatırında değil. Acılar, kederler ve ihanetler var aklımızda. O yüzden Osmanlı hatırası, bugün, kaynaştırıcı olmaktan çok, ürkütücü. Zira Osmanlı Batı tarafından yeterince gözden düşürüldü, Genç Türkiye cumhuriyetinin yaptıkları da tuz biber oldu!

Kürtlerin artık, önümüzdeki dönemde bu coğrafyada rol üstleneceği açık! Türkiye bunu önleyemedi.

Maalesef hala istibdat döneminin yöntemleriyle hareket ediliyor. ‘Asma, kesme, bastırma’ kültürü artık bu zamanda iş görmüyor. Aksine ayrışmaları hızlandırıyor. İşte gördünüz, devletin, güya inisiyatifi ele almak için el altından yaptığı tüm gizli çalışmalar, Kürt milliyetçileri tarafından pis bir şekilde kullanıldı. Oslo görüşmelerini düşünün. Yapılan saklı görüşmeler pespaye bir şekilde ortalığa döküldü. Türkiye aciz ve güvenilmez bir ülke konumuna düşürüldü. Devletin yarayı sarmak için yaptığı her gizli tedbir, PKK tarafından bir taviz gibi algılındı ve zafer edasıyla kamuoyuna duyuruldu.

Maalesef Türk Devletini zaafa sokabilecek ciddi gelişmeler yaşanıyor coğrafyamızda. TC, yöneticilerinin – muhalefetiyle iktidarıyla-  basiretsizliğinden mi yoksa uzun süre İslam’a dirsek göstermesinden midir bilmiyorum, bir bedel ödüyor! Bölge devletleri, sürdürdükleri istibdat dönemi tedbirleriyle bünyelerinden yeni bir devletin doğmasına zemin hazırlıyor.

Türkiye’nin önünde iki yol var: Ya şu boş hamaset kavgasını sürdürüp kendisini de helak edecek veya kadim kardeşi ve dostuna demokratik bir çözüm sunarak birlikte varlıklarını güçlendirecekler. Hatırlayın 1990’dan bu yana eski rejim döneminde konmuş tüm kırmızıçizgiler yeşile döndü…

Bediuzzaman bu asrın başında, böyle bir ayrışmanın gündeme getirileceğini bildiği için, “Ey Kürt dikkat et, Türk senin aklındır, Ey Türk dikkat et, Kürt senin kuvvetindir. İkiniz ancak iyi bir adam edebilirsiniz!” diye feryad etti. Görün bunu artık! İslam düşmanlarına fırsat bırakmayın, ahmakları kendinize güldürmeyin!

Evet yazık ki Türkiye yol ayırımında. Beyaz Türklere bakılırsa, Türkiye’nin doğusunu verelim kurtulalım, diyorlar. Kurtulalım dedikleri benim Müslüman kardeşim yol arkadaşım. Ben de Müslüman bir vatanperver olarak diyorum ki “Hayır ben kardeşimin acısını göğüslerim ve ne istiyorsa verip babamızın iki evladı olarak yolumuza devam ederiz.” Aksi takdirde Irak ve Suriye’nin uğradığı akıbete razı olacağız!” Bu benim içimi sızlatıyor.

Ey beyaz Türk ve hamasetçi kavmiyetçiler, bu ülke ateş yerine döndüğünde acı herkesi yakar. Oysa önümüzde parklar günlerimiz var. Daha Asya tarlaları, Rumeli bostanları, Kafkas dağları bizim çiçeklerimizle neşv ü nema bulacak.

Yeniden bir diriliş dönemine giriyoruz. Öz filize dururken kışırların çürüdüğünü bilirsin. Kendini kışır yerine koyup bu gelişmeler beni bitirir deme! Onun içinde yar al ve kendini büyüt!

Bırak onlar da yönetimde ortağın olsun! Hem bu birliktelikten öyle bir güç doğar ki, bakarsın İslam yeniden senin elinle yücelir. Şu nimete layık olduğunu göster! Unutma ki bu dinin hizmetkarlığı Araplarda idi. Onlar istikamet kaybedince himmet farslara geçti. Onlar da istikamet kaybedince Allah bu dini Türklerin eliyle yüceltti. Bin yıldır bu kavim İslam’a hizmet bayraktarlığını elinde taşıdı. Şimdi usanç mı gösteriyorsun? Eğer sen de istikametini kaybedersen Allah bu dini başka bir kavmin –Belki de Kürtlerin- eliyle âbâd eder.

Bırakma o sancağı! Sen yorulduysan, müsaade et, o sancağı taşımaya yardım edecek bir el daha uzansın! Senin kutsalın ayakta kaldıkça sen de ayakta kalırsın. “İlla ben taşıyayım. Ben taşımayacaksam isterse sancak yere düşsün!” diyemezsin, dememelisin. Zor bir işte birilerinin sana yardımcı olması işine gelmez mi? İşte Kürtleri yeni iktidarının ortağı yap ki birlikte geleceğin kumaşını dokuyalım.

Herkese terakki dünyası olan şu âlem, bizim de bahtımızı açsın. İnşallah!


[1]) Kürtler hakkında güvenilir kaynak çok azdır. Çoğu, ya ‘taraflı’ –19. Ve 20. Yüzyılda batılıların yazdıkları gibi- veya ‘görmezden gelen’ – 20 yüzyılda Türkiye, İran ve Irak’ta resmi kalemler tarafından yazılanlar gibi- tavırlarla kaleme alınmıştır. Okuduklarım içinde beni bu yönüyle rahatsız etmeyen, Muhammed Emin Zeki Beg’in, Kürtler ve Kürdistan Tarihi’dir. Birinci Dünya Harbinin birçok cephesinde ciddi hizmetler ifa etmiş vatanperver bir Osmanlı kurmayı olan Muhammed Emin Zeki Beg’in eseri bu konuda hemen hemen yegâne güvenilir kaynaktır. En azından İslam dünyasındaki kaynakların ekseriyetini görmüş. Yer yer tekrarlara düşse de, Oğuzlara karşı yerel güçlerin gösterdiği direnci anlatırken abartıya kaçsa da ve olayları Kürtlerle irtibatlandırırken zayıf ilişkileri güçlü deliller gibi sunsa da kendi türünün ilki –Kürtçe lisanıyla kaleme alınmış çünkü- sayıldığı için bu, kusur sayılmaz. Aslı Kürtçedir ama Türkçeye de çevrilmiş (Nubihar Yayınevi). Türkçe çevirisi, aslından daha zengindir çünkü ciddi katkılar yapılmış. (MAB)

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir