Şefkat Tokadı mı Tedip Sillesi mi?

Bazı okuyucularım ısrarla “şu dershaneler konusunda ne düşündüğümü” bilmek istiyor. Ben ise o konuya hiç girmek istemiyorum. Çünkü şu meselenin altı da fitne üstü de. Kenarı da fitne ortası da…

Ehl-i iman zaman zaman böyle acayip vartalara atılıyorlar. İnsanlar meseleye bigâne kalsalar da bela yakın dursalar da bela. Zaten fitne de bu değil mi?

Kuran böyle haller için inananları “ Öyle bir fitneden sakınınız ki, (o), sizden yalnız zulmedenlere dokunmakla kalmaz, (hepinizi helak eder. Fitneye sebep olanlara) Allah’ın cezalandırmasının şiddetli olacağını bilin!” şeklinde uyarır. (Enfal, 25).

Fitne ayetlerine bakın! Göreceksiniz ki sanki şu mesele için indirilmişler. Veya fitne hadislerine nazar edin. Hemen hemen hepsi şu meseleye ‘cuk’ oturuyorlar.  Öyleyse şu meselede hakiki müminlere düşen, “Fitne zamanında (kişi) dilini korumalı ve hiç kimse hakkında konuşmamalıdır. Çünkü fitne ortamında dil kılıçtan daha kötü sonuçlar doğurur” hadisine uygun hareket etmektir…

Hele bir hadis-i şerif var ki bize açıkça “şu meseleye karışmayın, karıştırmayın. Haklılık haksızlık tartışmasına girmeyin” der gibidir. Şöyle buyuruyor Peygamber Efendimiz (sav):

“Bir yerde fitne zuhur edince, kimse onu kapılmasın. Herkes işine gücüne baksın. Çoban çobanlığına; Çiftçi toprağı işlemeye devam etsin. Bir işi, meşguliyeti olmayan ise kılıcını kırsın. Fitneden süratle uzaklaşıp kaçsın!”

Fakat görüyorum tüm ülke sathı bunu konuşuyor. Bilen de konuşuyor bilmeyen de. Sanki iki siyasi partinin taraftarları kıyasıya birbirini kırıyor. Taraflar, önce kendilerini haklı kürsüsüne karşı tarafı da suçlu derekesine düşürerek meseleye dalıyorlar.

Herkes kendindeki imanı, fitneye düşmeyeceğinin kanıtı sanıyor. Oysa iman ne kadar büyük olursa olsun yine de fitneye kapılma ihtimali var. Sahabenin halleri buna delildir. Hele bu fitne dünya rantının paylaşılmasından ibaret olan siyasi meselelerde ise…

İnsanlar, kendilerini haklı görmeyi yeterli buluyorlar ağız dolusu konuşup, muhatabını yerin dibine geçirmek için… Zaten fitne tam da budur.

Sahabeler kendilerini fitneye düşmekten koruyamamışlar. Cennetle müjdelenmiş “gayb kalksa imanımım artmaz” diyen mübarek zatlar fitneyi önleyememişler ve içine düşmekten kendilerini alıkoyamamışlar da siz mi fitneden masun kalabileceksiniz?

“Ama hocam haksız mıyım?” dediğinizi duyar gibi oluyorum.

İnanın fitne zaten budur. Herkesin kendisini haklı bulduğu bir haldir. Fitnenin herkesi kuşatan bir musibete dönüşmesi de böyle oluyor.  Fitne davulunun sesi kulaklara vurdu mu daha kimse kimseyi dinlemez.  Kimse muhatabın ne dediğine bakmaz! Sadece söylediğini cerh edecek yeni kanıt arar. Bu hay huy içinde hak ve hakikat ayaklar altına düşer. İşte hızla toplum bu noktaya doğru koşuyor. Bir de bakmışsınız, Ergenekoncu bir rejim tepenize dikilivermiş.

Siz Haccacı zalim bilirsiniz, onun kaderin memuru olduğunu hiç aklınıza getirmezsiniz!

Şimdi bu iktidardan yakınıyorsunuz ya ey hizmet ehli! Öyle bir iktidar gelir ki tepenize, aklınız şaşar!  Veya siz ey  “koskoca iktidar cemaatin üç beş oyuna mı kalmış” deyip efelenenler, altınızdan çekerler o sandalyeleri, yediklerinizin hesabını bile veremezsiniz! Bu iktidardan yakınırken, öyle bir zulme giriftar edilirsiniz ki tabasbusunuz dahi sizi kurtarmaz. Veya siz canım cemaatin gücü de kendinden menkul diye böbürlenirken bir de bakarsınız ki her şey elinizden gidivermiş…

Fitne elim bir şeydir. Hz. Osman kendi yakınlarını ve çevresindekileri dünya nimetine boğmuştu. Hz. Ali gelip de o malları yeniden beytülmale katmak isteyince fitne kapıyı araladı. Cemal vakası o fitnenin baş gösterdiği ilk sahnedir. Taraflar sonunda fitnenin farkına vardılar ve işi sulh ile selamete kavuşturmak istediler ama iş işten geçmişti…

***

Bu çağ deccalın hükümranlık çağıdır. Bu çağ fitne çağıdır. Müminler birbirine karşı azami suhulet ve sükûnet göstermeye mecburken, kılıçları çekip “sen haklısın, sen haksızsın” demek, yok “bilmem hangi vakitte sen zaten beni yok etmeye karar vermişsin” gibi, ancak ortalığı kızıştırmaya yarayan haberlere itibar etmek, beladır, musibettir, kırandır.

Çünkü Resulullah şöyle buyurmaktadır:

“Ümmetim içinde ihtilaflar ayrılıklar çıkacak. O fitne çıkaranların sözleri cilalı, süslü ve güzeldir. Yaydıkları fikir ve fiilleri ise çirkindir. Onlar Kur’an da okurlar. Fakat okudukları Kur’an boğazlarından aşağıya kalplerine inmez. Yaydıkları fitne sebebi ile, ok yaydan nasıl çıkarsa, onlar da dinden çıkarlar.” “Fitne uykudadır onu uyandırana lanet olsun”

Bediuzzaman‘ın, “Gayet ciddî bir ihtarla bir hakikati beyan etmeye lüzum var” dediği ve iki hak taifenin, yani her iki tarafın da kendini haklı sandığı iki mümin taifenin arısında çıkacak bir ihtilafın, bir çekişmenin, dinin aleyhtarlarının ekmeğini yağ süreceğini haber veriyor. Okuyun candaş medya kalemşorlarını da bir görün şu dershane meselesini nasıl keyifle işliyorlar. Bakıyorsunuz bugüne kadar hizmetin baş düşmanı iken, şimdi güya onu savunup iktidara saldırıyor. Tıptı Bediuzzaman‘ın dediği gibi birinin silâhıyla, itirazıyla ötekini yaralayıp ve ötekinin delilleriyle berikini çürütüp ikisini de yere seriyorlar. Yahut ta bugüne kadar bakıyorsunuz iktidarın düşmanı ama şimdi onu cemaat aleyhine harekete geçirmek için bin tene haklılık gerekçesi sayıyor… (Kastamonu Lahikası, 120. Mektup)

Neden çünkü bu iktidar, ilk defa sağın -sağın tamamını demesek de- cemaatlerin ekseriyetinin üzerinde ittifak ettikleri bir iktidar oldu. Bu ittifak sürdükçe de baş edemeyeceklerini gördüler. İşte şimdi boz öküz kırmızı öküz meselesini çıkarıp, iktidar ile cemaati veya nur talebelerini birebirine düşürmek istiyorlar ki, onu da MSP gibi kadük bıraksınlar. Hatırlayın, rahmetli Erbakan’a iktidarı reva görmeyenler, şimdi onu büyük bir kahraman gibi anlatıyorlar.

Bunların dertleri küfrün galebesidir. Ümmetin ittifakı oldukça küfür galebe edemez. Bugüne kadar hep Müslümanların safderunluğundan yararlanıp, azınlık oldukları halde çoğunluk olmayı başardılar ve o güçle Müslümanları ezdiler. Son on senedir bir ittifak vardı bir birliktelik vardı. Şimdi onu kırmak istiyorlar…

Ben cemaat haklıdır veya iktidar haklıdır/haksızdır demiyorum. Şu anda şunun veya bunun haklı veya haksız olması önemli değil. Önemli olan bu kavganın derhal sona erdirilmesidir… Vallahi bu kavgadan iktidar ciddi zarar görecek. Ve cemaat de sanmasın ki bu kavgadan yara almadan kurtulur.  Taraflar maddi bir kayba uğramasalar bile onların şahsında binlerce insan İslam’dan uzaklaşacak. Çünkü mesele rant kavgası olarak yansıyor dışarıya…

Haaa kader bazında her iki tarafın da tokat yemesi gerekiyorsa, kimse kimseyi Allah’ın hışmından kurtaramaz. Ben zaman zaman iktidara zaman zaman da cemaate yönelik ikazlarımı yaptım. Talut kıssası üzerinden cemaatle iktidarın birbiriyle çarpıştırılmak istendiğini, maksadın da iktidarı zayıf düşürmek olduğunu söyledim.

Şimdi artık her şey zuhura geldiği için bir şey demeye gerek kalmadı. Artık, ehli insaf bu ateşe su dökmek için gayret etmeli…

Yoksa önce iktidar zayıflar. İktidar zayıflarsa gelecek olan güçler, sizin darbe yapmakla veya cemaate bitirmekle itham ettikleriniz gelip iktidara otururlar ve size hiç de insaf etmezler!

Müslümanların tuhaf bir açmazı var. Müslüman nefsinde Rabbine itimat ettiği için, gayre minnet etmez.  İktidarın Allah’ın bir ikramı olduğunu bilmiştir ya, o iktidar için halkın oyuna muhtaç olduğunu aklına getirmez.

Veya cemaat kendisini hak ve mergub bilmiştir ya, iktidarın şefkatine minnet etmez. Hâlbuki ki hiçbir dava, din ve cemaat zahiri destek olmadan berhayat olamaz. Peygamber Efendimiz bile dini ilan etmeden önce ona zahir olacak maddi destek verecek güç ve imkân aramıştır. Başka türlü olmaz.

Fakat galiba biraz kibre ve gurura kapıldık. Hem iktidar hem cemaat olarak… Şahsi kanaatime göre -sebepler farklı da olsa- her iki tarafın da köteğe ihtiyacı var. Burunların sürtülmesi gerekiyor. Ta ki biri diğeri için ne anlama geliyor bilsinler. Ben dört senedir zaman zaman kısalardan, ayetlerden hadislerden örnekler getirerek bu hale gelinmemesi için uyardım. Ama gurur ve kibir nasihati duymaya manidir.

İnşallah şu gereksiz, usulsüz, zamansız kavgadan dolayı suratımıza inecek tokatlar şefkat mertebesinde kalır, tedip sillesi olmaz!

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir