Yazılarımı okuyanlar bilirler ki, AK Parti’ye sık sık ‘mıntıka temizliği’ yapması gerektiğini hatırlatmışımdır.
Başa gelen akıbetler konusunda kişinin ‘yediğine bakması’ lazım geldiğini de.
Çünkü ‘Patiska’, ‘Kara Şayak’ ile bir mücadeleye tutuşacaksa, üzerindeki minnacık lekeyi dahi temizlemek zorundadır.
Eğer patiska olma iddiasında iseniz, her gün yunmalısınız. Zira patiska ‘kara şayak’ın kirli olduğunu kolay ispat edemez. Ama kirli şayak, tertemiz patiska gömleğin yakasındaki küçücük bir ter izini bile kirliliktir diye gösterebilir ve ispatlar.
İşte şu sıralarda yaşanmakta olan kavga böyle bir kavga!
Giyiliyor olmaktan dolayı şu veya bu şekilde kirlenmesi mukadder olan patiska gömlek ile kirlilikten muşambaya dönmüş kirli şayak şalvarın kavgasını izliyor Türkiye.
Evet malum medya patronu ‘kirliliği ispat edilemeyecek’ bir ‘kirli şayak’tır. Zaten şayak kumaş onun için üretilmiştir. Ve kirliliği göstermediği için makbuldür.
Köylüler ondan şalvar yaparlar. Yani tabiatı bu!
***
Fakat gariptir ki, şimdi o kirli şayak ‘paklık!’ iddiasında bulunuyor. Beyaz gömleğe diyor ki ‘bak, senin de yakanda kir var; sen de benim kadar kirlisin!’
Tam bu zamane göre! Zamanenin tabiatını anlatmak için sık sık deterjan örneğini veririm. Deterjanlar güya ‘temizleyici’dir, malum.
İnkar edebilir misiniz? Hayır, deterjan elbisenizi temizler ama tabiatı, çevreyi, doğayı, otu, çimeni kirletir. Kirletmek ne kelime, onun aktığı yerden ot bitmez. Fakat diyemezsin ki kirleticisin!
Din âlimlerimize bakın. Diyebiliyor musun ‘sen alim değilsin’ veya ‘dindar değilsin’ diye. Adam ‘din adamı’. Ama bir vurdu mu dinin belini kırıyor. İşte bu zaman böyle!
Bakınız, koca Doğan Grubu’nun -ki sanırım gurubu hayli yaklaştı- yazarları nasıl hepsi ‘suret-i hak’ka büründüler!
-Basın özgürlüğü imiş! Peeeeeh!
Neyse. Görüyorsunuz Tayip beyin işi zor. Ama kazanmak zorunda! Yoksa…
***
Tayip Bey’in bir başka zorluğu daha var ki, asıl vazifesi o. Asıl o zoru başarması lazım ama sanırım henüz bilmiyor. Onu başarsa, tarihe geçecek! “Beklenen” olacak!
Batılı emperyalistlerin, hile, entrika ve içimizdeki hainlerin işbirliği ile bizi içine düşürdükleri şu ‘Ergenekon’dan (Ergenekon örgütünü kast etmiyorum) çıkmaya millet olarak muvaffak oluruz ve o da ‘kurtarıcı’ olarak efsane geçer!
O da şudur:
Başbakan, her şeyi göze alarak Türkiye’deki her türlü ‘hukuk dışı’ yapılanmayı bir tür ‘ergenekon’ kabul edecek ve onları ya ıslah ya imha edecek!
Siyasi olsun askeri, olsun, dini olsun içtimai olsun… Ne kadar ‘hukuk dışı’ yapılanma varsa, hepsini, bir tür ‘mafya’ sayıp ya hukuk içine çekecek ya yok edecek!
Türkiye’nin tek çıkışı, tek kurtuluşu bu!
Yoksa millet, vatan, Sakarya diyen, din diyanet iman diyen çıkıyor bir tezgah kuruyor ve gariban milleti söğüşlüyor. Bütün bunlar bir tür ‘ergenekon’culuktur ki, milletin kudretini, gücünü, ümidini imha ediyor.
İşte diyorum ki, Ey Başbakan, mademki bu millet sana itimat edip seni ‘Ulul emr’ yaptı, senin ona ‘adalet ve insaniyet’ getireceğine bel bağladı. Gel bu ümidi boşa çıkarıp ‘mütrafin’olma!
Yapacağın çok basit!
Talut’u kendine örnek al. Talut, biliyorsun. O, despotları temsil eden Calut(Golyat)’a karşı harekete geçtiğinde, tıpkı Yavuz Sultan Selim gibi anladı ki düşman sadece karşıda değil. Kendi ordusunda da mevcut! Ordusunda dört bin asker vardı.
Talut, yol süresince, ordusundaki zaafları hissetti. Askerlerinin büyük kısmının ‘asker kıyafeti’ giymiş çapulcu ve bozguncu olduğunu anladı. Bu ordu ile savaşa girmek büyük riskti. Ne yapması gerektiğini düşünürken Cenab-ı Allah ona bir ‘tedbir’ ilham etti.
Talut, ağır ve sıcak bir çölü geçmekte olduğu ordusunu durdurdu ve şöyle hitap etti:
“Askerlerim, ileride önümüze bir su kaynağı çıkacak. O sudan, bir yudumdan fazla içmeyin! Kim bir yudumdan fazla içerse benden değildir!” dedi.
Ve sonra o su ile karşılaştılar. Dört bin askerin yüzde 93’ü kana kana su içti. Su içmeyenler 314 kişiden ibaretti. (Bedir savaşında da bu sayı vardı)
Onlar emre uymayı, (yani ‘davayı’) susuzluklarına( yani nefsin hırs, şehvet ve mala meyline) tercih edebilmişlerdi. Diğerlerinin tamamı, nefislerine yenik düştüler.
(Şimdi küçük bir bahis açacağım: Tevrat’ta Talut, Saul diye geçer. (Saul= ruh, ruhani, maneviyet anlamınadır.) Dinin ruhunu temsil eder. Calut ise cilt demektir ve mananın zıddı yani maddeyi temsil eder. Materyalizmin mümessilidir. Talut’un, Kur’an’daki kullanımı ile manası ise ‘onaran, sıvayan, çatlakları kapatan’dır. Bir de bu açıdan bakılırsa şu milletin Tayyibbeyden neyi beklediği daha iyi anlaşılır! Sayın Başbakan henüz bilmese de.)
Tayip bey de bu çerçeveden etrafına bakmalı.
Eğer sevgili Başbakanımız, önümüzdeki -ki çoook yakın olduğunu seziyorum- seçimlerde, ekibini, ‘suyu geçebilen’ erlerden oluşturamazsa, etrafına onları yeniden toplayamazsa, yine maslahata uyup buldukları her fırsatta ‘suya banıp kananlar’la yoluna devam ederse, biz daha çook Calut sultası altında ıstırap çekeriz. Kendisi de kaybeder!
Ama buna hakkı yoktur. Çünkü bugün -bunu hak ediyor olsun olmasın- Tayip beyin kaybetmesi, milletin ve dinin kaybetmesi olacaktır. Şahsen benim gönlüm, buna razı değil.
O, ne yapıp edip etrafına, o 314 kişiyi toplasın! Unutmasın ki, Calut’in bin türlü tezahürü var. Bazen ‘doğan’ olur bazen ‘şahin’ olur! Nitekim kendisinin de adı ‘Talut’ değil.
Ben az söyledim siz çok anlayın!
Tabi ‘bu da kimdir, bana akıl veriyor!” derse, o da onun feraseti! Biz onu Talut biliyoruz. Ve diyoruz ki “askerini ‘o su’dan geçirmeden savaşa girme!”
*** *** ***
Bu yazı “11.Eylül.2008 23:00:26” tarihinde gasteci.com’da “Talut Calut’u yener, nitekim yenmişti…” başlığında yayınlanmıştır.