Vaiz ve Diktatör

Ben izlememiştim. Birileri hatırlatınca internetten izledim. Sadece tartışma anını.

Ersoy Dede’nin programında Fatih Tezcan, Hoca Efendi’yi emekli vaiz diye eleştirince Bugün Gazetesi yazarı Nuh Gönültaş da bunu Hoca Efendiye maksatlı bir hakaret sayıp programı terk ediyor. Gördüğüm bu.

Hemen söyleyeyim her iki tavrı da yakışık bulmadım. Tezcan’ın Vaiz’i küçümsemesini de, Gönültaş’ın alınmasını da… Hz. İsa da bir vaizdi. Vaiz olmanın nasih olmanın neresi kötü?  Bediuzzaman ‘bana evliya muamelesi yapmayın, ben hocayım’ diyor. Bundan gocunacak ne var ki!

Ama belli ki Fatih bey hazırlıklı gelmiş. ‘Öfkesi içinde saklı’ bir dil kullanıyor.  Cemaatin bir parti gibi davranmasına bozulmuş herhalde. O yüzden de ‘vaiz’ kelimesini -bir tür- tezyif maksatlı kullanıyor. Hoca Efendi’ye siyasi lider muamelesi yapıyor. Haksızlık ediyor. Çünkü bir din adamı, bir ehlullah, bir mürşid, siyasi bir lider gibi eleştirilemez.

Ve şu da beklenemez: Oyunu ver kenara çekil. Ben her şeyi yaparım, bilirim. Yok böyle bir şey.

Bu kadar geniş bir kitle üzerinde müessir olan ve size oy veren bir zatı elbette ki dinleyeceksiniz. Elbette siyaseten beklentileri olacak ve karşılanmadığı zaman da tavır koyacak. Sen cemaatlerin oyunu alıp sonra onları bir kenara atamazsın. İnsanlar siyaset ve siyasetçi üzerinde müessir olmak için boşuna mı STK’lar oluşturuyorlar. Cemaat de bir tür STK’dır.  Ve siyasetten beklentileri olacaktır.

Siyasetten ve siyasetçiden bir takım talepleri var diye yine de bir cemaat lideri, bir siyasetçi gibi eleştirilemez. Ama maalesef İslamcı siyaset yaklaşımı tüm kategorileri birbirine kattı. Onlar sayesinde ‘tebliğ’ ile ‘reklam’ aynılaştı. ‘Cihad’ ile ‘siyasi propaganda’ bir sanıldı. Bir partiyi iktidara taşıma çabası ile dini tebliğ etmek aynı esaslar üzerine oturtuldu. Ve tabii bir din adamının veya ehlullah bir zatın eleştirilmesi ile siyasi bir liderin  eleştirilmesi bir tutuldu. Bu yüzden de sonunda İslam= öfke, İslam=kırıp dökmek, İslam= kontrolsüz öfke, İslam=terör yaftaları yapıştırıldı.

Bu konuyu uzun uzun anlatmaya yetecek örneklerim var. Siyaset ehli nasıl eleştirilir, din adamları hangi yönleriyle eleştirilir, kanaat önderlerinde eleştirilmesi gereken nedir, adabı nasıl olur vs… ama gerek yok. Literatürümüz bunun örnekleri ile doludur.

Esasında bu tür konuların tartışılacağı bir zemin yok henüz. Çünkü herkesin kendi şeyhi merkez diğerleri taşra…  Bugün İslam, çok merkezli ve müşterek bir çatısı da kalmamış bir harabe yurda dönmüşse sebebi biraz da bu anlayıştır. Her fesatçı rahatlıkla aramıza fit sokabiliyor.

Cemaatler Parti, Partiler Cemaat Gibi

Şunu da belirteyim ki Fatih Tezcan kardeşim de bütün bütün haksız değil. Çünkü cemaatlerimiz, maalesef fırsat düşünce “ötekini de Allah yarattı”  demiyorlar. Hatta daha da bencil olabiliyorlar. Hani yakınıyoruz ya Ak Parti sadece kendinden olanları işe alıyor diye. Cemaat mensupları kendilerinden olmayana selam bile vermiyorlar. Bu noktada bir kıyaslama yapılacak olursa, partilerin ‘ötekini’ kuşatıcılığı cemaatlerle kıyaslanmayacak kadar geniştir. Ak Parti, birçok cemaatten çok çok daha kuşatıcı ve sahiplenicidir.  Bu problem maalesef tüm İslam yurtlarının belasıdır. İslam kardeşliğiymiş, dindaşlıkmış kimsenin umurunda değil!

Kur’an’da, ‘müminlerin bölük pörçük olmalarına yol açan hallerin en tehlikelisi’ olarak anılan  “Her parti/her cemaat elindeki ile ‘sevindirik’ olmuş” (İnananlar(müminun) Suresi, 53) ayeti maalesef, bu zamanda tam tahakkuk etmiş. Hiç kimse diğerlerinin elindekine tenezzül etmiyor. Tenezzül etmek şöyle dursun, bir hakikati olabileceğine dahi ihtimal vermiyor. Sorsan bir yığın amelî mezhebin hak olduğunu söyler. Ama bir ayeti, bir hadisi, onun şeyhinin söylediğinin haricinde tefsir etsen hemen seni dinden çıkarır. Kısacası cemaatler de parti olmuş; nasıl ki partiler cemaat gibi olmuşsa…

Oysa “şeriatın zahirine açıkça muhalefet etmemek kaydıyla” her hal, Kur’an’ın çerçevesi içine girer.

Eğer siz dinî bir cemaati, mensuplarından bir kısmının hataları ve ahlaksızlıklarıyla değerlendirip, sonra da o hataları cemaatin liderine teşmil ederseniz, hata edersiniz. Cemaatte görülen kötü halleri, olduğu gibi şeyhe atfederseniz, yine hata edersiniz.  Resulullah, Nebi-i Zişan iken bile etrafında bir yığın münafık vardı. Üstelik onun dostları eshab idi. Bu mübareklerin eshabı bizleriz. Çoğumuz nefsin elinde oyuncak olmuşken bu zatlar bize ne yapsın. Günahlarımız için tövbe istiğfar etmekten başka…

Geçenlerde Kevser Saki adlı okurum, gönderdiği bir eleştiri mailinde o kadar güzel bir cümle sarf etmişti ki hayran oldum. Bu zamanın mürşitlerinin, neden en büyükler olduğunu izah ederken, “çünkü onlar bizim gibi cahil, edepten mahrum, dini terbiyeden yoksun kimseleri zabt u rapt ediyorlar…” demeye getirmiş. Hak vermemek elde değil. Evet, hakikaten bizim gibi zor, cahil ve edepsizlikte zirve yapmış Müslümanları İslam dairesi içinde tutmak, onlara sahip çıkabilmek tek başına büyüklük nişanesidir. O mübareklerin işinin ne kadar ağır olduğunu bilip öyle eleştirmeli…

Bu zatların etrafında bir yığın menfaatperest veya iman açısından zayıf kimselerin bulunmasını kim önleyebilir?  Peygamber efendimiz, “Benim ümmetimin en hayırlısı benimle beraber olanlardır. Sonra, sonra gelenler ve hakeza…” buyurmuş. O’nun etrafında bile münafıklar var olduğuna göre… Bu günleri siz düşünün! Onlardan birinin hatasıyla bir cemaati veya lideri kınamak insaflı olur mu?

Neden Eleştirilmemeli?

Bediuzzaman, Nur talebelerini (Kastamonu Lahikası, Ferd-i ferid bahsi) , diğer cemaatlerin liderlerini eleştirmemeleri hususunda sıkı sıkı tembih eder. “Çünkü bir yığın insan var ki o zatların ipi ile din dairesine girip bağlanmışlardır. Siz o ipi keserseniz, yani cemaat liderini eleştirip, bağlılarının gözünde küçültürseniz,  onun vasıtasıyla dine bağlanmış insanları dinden soğutursunuz, din bağlarını çözmüş olursunuz” der. Buna da hakkınız yoktur, çünkü bu fesattır. O insanların ahiretine zarar verirsiniz. Buna değer mi?

Mesela orada oturan üçüncü gazeteci İsmail Kapan Bey! O da tasavvuf edebi almış güzel bir insan. Tartışmadan son derece rahatsızdı ve bu yüzüne yansımıştı. Çünkü onun da mensup olduğu bir zat var ki silsileten ta Rasulullah’a ulaşır. Eğer Fatih Tezcan, kalkıp aynı şekilde onun bağlı olduğu zatı eleştirseydi, Nuh Gönül taş‘ın yaptığı kadar sert olmasa da, o da benzer bir duruş sergilerdi.  Öyleyse bir cemaat liderinin eleştirisi ile bir siyasetçinin eleştirisi aynı olmamalı. Eleştirisinde aynı dil kullanılmamalı. Tabii eğer, sizin o zatın hakkaniyetine bir inancınız varsa.

Ben öyle sanıyorum ki, Fatih kardeşimizin sıkıntısı daha derinde. Hoca Efendi’nin duruşunu, geleneksel İslami duruş ile izah edemiyor. Mamafih geleneksel İslami anlayıştan gelenlerin Risale-i Nur’a ve onun, meseleleri ele alış tarzına hep itirazları olmuştur. Özellikle de siyasetçiler… Mesela uzun süre, Nurcuların AP’ye oy vermeleri, onları Milli Görüşçülerin gözünde  farklı bir yere koymuştur. Nur cemaatlerinin ‘demokrat çizgiye’ yakın durmalarını asla anlayamamışlardır…

Bir gün Fatih Tezcan  kardeşimizle aynı siyasi çizgiden gelen birisine Bediuzzaman hakkındaki fikrini sordum. “O faydacıdır/Oportünisttir dedi -Ne demekse?-. Güya onu, bir tür aşkın bir yaklaşım olan tasavvufu bilmemekle, fırsatçılıkla itham etti, küçümsedi. Tabii kastı küçümsemek, itham etmek değildi. Ama tavrından o çıkıyordu. Onun gibi birkaç tanesini cebinden çıkarabilirdi… Çünkü kendisi hukuk okumuş, ardından sosyoloji okumuş. Bediuzzaman ise üç aylık tahsili olan bir adamdı. O kesimin, RN’den beslendiğini saklamayan Hoca Efendi’ye bakışı da o çerçevededir. Basit bir vaiz!

Ona sordum ‘Hangi kitabını okudun da bu yargıya vardın?’ Bir iki isim söyledi ama aslında cevap,” hiç biri!” idi. Çünkü okumaya ihtiyaç bile duymamıştı. Zaten bu, önemli de değildi. Çünkü dâhil olduğu siyasi/İslami kimlik, Risaleleri ‘öteki’ görüyordu.

Ben isterdim ki, “şu kitabını okudum, şurada şöyle demiş. Ve bu, şu ayete ve hadise aykırıdır vs.” desin. Yahut da, “ben onun dünya görüşünü benimsemiyorum arkadaş” desin çıksın.

Geçenlerde Adıyaman‘a gitmiştim. Buraya kadar gelmişken mübareği ziyaret etmemek yakışık almaz dedim ve “uygun olursa elini öpüp duasını alalım” diye dergâhına vardım. Namazdan sonra ilgilere kendimi tanıttım ve onu görüp duasını almak istediğini söyledim. “Sultanımız hasta” dediler. “Eğer tövbe edip el alacaksan, yani onun bağlısı olacaksan seni görüştürelim, yoksa vakti yok”

Ben de “o maksatla gelmemiştim” dedim. “Ben kendimce RN’ye müntesibim. Ama mübareği görüp, elini öpmek ve duasını almak da isterim”

Kabul görmedi. Hiç de kırılmadım, hiç de eleştirmedim. Bana ‘hayır’ diyen kendince hayır dedi. O  mübareğin haberi bile olmadı! Elbette ki talebim kabul görseydi hoşnut olacaktım. Olmadı. Ya nasip deyip ayrıldım.  O zat kendince vazifesini yaptı. Şimdi “Vay beni kabul etmediler” diye eleştirmeye hakkım var mı? Hayır!

Siyasi Lider Eleştirilebilir

Ama bir siyasi lider, çevresindeki herkesi abad ederken, o şeylerde(makam, mansıp vs) hakkı olan bir diğerini, sadece kendinden değildir diye mahrum ediyorsa -ki bu Türkiye’de hep vardır- bu eleştirilir. Hatta eleştirinin de ötesine geçilebilir. Çünkü dünya nimetidir. Ve siyasetçi, dünya rantını pay edendir. Onda herkesin hakkı vardır. Adil olmadığı düşünüldüğünde, yapan Hz. Osman (ra) da olsa eleştirilir.

Tabii ki eleştiri Hz. Osman‘ın sahabiyet makamına yönelik değildi. Bir yönetici olarak dünya rantını pay etme şekline idi. İnsanlar uygulamalara bakarak yapılanların adil olmadığını düşündüler. Kimse onun ‘cennetlik’ olduğundan şüpheye düşmedi. Cennetlik birinin akrabalarını kayırmasını akıllarına sığdıramadılar ve itiraz ettiler. Nitekim Hz. Ali (ra) de o tepkilerin de etkisiyle halife olur olmaz, ‘devri sabık’ yaratıp, Hz. Osman‘ın dağıttığı tüm malları o şahıslardan alıp hazineye kattı. Onun bu tavrı da tepki aldı ve Talha ve Zübeyir gibi (ra) zatların, Hz. Ali’nin karşısına geçmelerine sebep oldu. Dolayısıyla bir siyasi liderin eleştirilmesi ile bir mana erinin eleştirilmesi usulü ve tarzı aynı olamaz.

Bir siyasi liderin, -insaf dairesinde kalmak kaydıyla- meşru görünen icraatları bile eleştirilebilir. İşte Hz. Osman‘(ra) örneği… Görevleri ekseriyetle akrabalarına tevdi etmesi meşru idi. Ama onun bu tutumu, iktidar dengelerini sarstığı için toplumun kimyasını bozdu. Ve sonunda olan oldu. Meşru olan bir tutum aynı zamanda adil bulunmadığı için derin siyasi kırılmalara sebebiyet verdi.

Mesela siz götürüp malınızı mülkünüzü bir cemaat liderinin, bir mürşidin eteğine bırakırsınız, sahabenin Resulullaha yaptığının bir numunesi olarak. Bu belki ahiretinizi de kurtarır. Ama götürüp servetinizi bir siyasi lidere verseniz, en fazla dünya için yatırım yapmış olursunuz. Hatta belki sonradan gelecek bir başka siyasi ekip o tavrınızdan dolayı sizi cezalandırabilir bile.

Maalesef İslamcı siyaset geleneği, siyasi lideri eleştirmekle cemaat veya tarikat liderlerini eleştirmeyi denk görüyor. Zannımca bu, parti liderliğini bir tür cemaat liderliği sanmalarındandır. Tebliğ ile propagandayı aynı zannederseniz, başbakanı da bir tür halife sanırsınız.

Nitekim Fatih Tezcan kardeşimin tepkisi bunu doğrular nitelikte idi. Gönültaş, “huzurumda Hoca Efendiyi emekli vaiz diyemezsiniz” deyince o da “Siz de Tayyib beyi eleştiremezsiniz” dedi. Gönültaş Sayın Başbakan için nasıl bir ifade kullanmışsa… Biri cemaat lideri, biri başbakan! Cemaat lideri için böyle bir şey söylenebilir ama bir siyasi lider için böyle bir cümle sarf edilmesi abestir!

Bu Tezgaha Düşülmemeli

Benim kanaatim, bu iş bir tezgâh… Bu gençler de bilmeden tezgâha düşüyorlar. Neden mi?

Israrla tekrar edip durduğum bir gerçek var. Diyorum ki, “Ak Parti’nin en büyük başarısı, Nur cemaatlerini, Milli Görüş çizgisinden gelen bir siyasi ekibe oy vermeye razı etmeleridir!”

Bunu yine tekrar ediyorum. Eğer Ak Parti bu başarısını zedeler veya “artık onlara ihtiyacım yok” derse, kesinlikle kay-be-der. Cemaatler bir şey kaybetmez. Düşünün ki, Nur cemaatleri tek parti sultasına bile pabuç bırakmayarak bu güne geldiler. Keza ehli tarik Müslümanlar…

Bu cemaatleri, bu hizmetleri yaşatan bu güne getiren parti değildir. Ama partiler, hep bu cemaatlerin var ettiği zemin üzerinde hayat buldular. O zemini kullanıp iktidar oldular. Sonra da her şeyi kendi eserleri sanıp hikmetin gazabına dokundular ve partileri ile birlikte kendileri de tarih oldular.

Şimdi, Ak Parti ile siyaseten baş edemeyenler, darbe girişimleri bile fos çıkanlar cemaat ile AK Parti’yi kapıştırabilir miyiz diye plan yapıyorlar. Onlar da biliyorlar cemaat desteğinin Ak Parti için ne anlama geldiğini…

Dolayısıyla ben bu konuda hiçbir tartışmayı masum göremiyorum. Çünkü doğacak fitnenin yaratacağı inşikak, seksen yıllık bir emeği bir kere daha berhava edecek.

Hâsılı kelam, Fatih Tezcan kardeşimiz, -belli ki içinde çok öfke biriktirmiş- o eleştiriyi yaparken hakka hizmet ettiğini sanıyorsa yanılıyor. Rağbette olmak daima haklı olmayı gerektirmediği gibi, haklı olmak da ‘mergub’ olmayı gerektirmez.

Böyle kritik bir zamanda Nuh Gönültaş kardeşimin de o kadar alınganlık göstermesi gerekmezdi. Bazı şeylerin aleniyete dökülmemesi evladır. Yani cemaat ile Parti arasında bir sıkıntı varsa bile aleni edilmemesi gerekir.  Bu noktada hassas davranmak öncelikle Ak Partiye düşer.

Zira herkes sinesindeki öfkesini dökmeye kalkışsa, Ak Partiye yönelecek oklar, cemaate isabet edeceğinden çok daha fazladır!

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir