Yandaş Temelli Siyasetten Liyakat Esaslı Politikalara

İnception Yahut Başbakanla Aynı Rüyayı Paylaşmak” başlıklı yazımda, başbakana hitaben rüyamda “Tunus’a da yardım edin. O hareket İslam arazisine yayılacak. Kontrollü yayılmasına, kötü niyetlilerin eline geçmemesine dikkat edin…)” dediğimi yazmıştım.

Şimdi İslam dünyasında yaşanan gelişmelere bakınca rüyadaki ikazı da dahi iyi anlıyorum. “O hareket İslam arazisine yayılacak. Kontrollü yayılmasına (olayların dizgininin) kötü niyetlilerin eline geçmemesine dikkat edin”

Her ne kadar rüyada söylenenleri başbakana söylemiş isem de anlaşılıyor ki, rüyadaki başbakan, İslam âleminin siyasi şahs-ı manevisinitemsil ediyor. İkaz da ona yapılmış oluyor. Müslümanların, şu silkinişi, şu kalkışmayı bir takım küçük siyasi hesaplara kurban etmemeleri için ikaz!

İslam’ın uyanışı

Olayların seyri, bu hareketin, diğerlerinden farklı olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla ümit ediyoruz ki, gerek Tunus ve gerekse Lübnan ve Mısır’da yaşananlar, İslam’ın uyanışıdır. Arap uyanıyor!

Hatırlarsanız, geçen yüzyılın başında Bediuzzaman Şam’da Ümeyye Camiinde okuduğu bir Cuma hutbesinde (Hutbe-i Şamiyye) o günlerin İslam âleminin zilletli perişaniyetine temas ettikten sonra parlak bir istikbal fotoğrafı çizmiş ve İslam ümmetinin, içine düştüğü bu utançlı halden bir gün mutlaka kurtulacağını haykırmıştı.

İslam dünyasının, o zilletli hale düşmesinin nedenlerini izah ettikten sonra, o halden nasıl kurtulacağını da izah eden Bediuzzaman, İslâmiyet güneşinin tutulmasına; İslamın tüm insanlığı aydınlatmasına mani olan perdelerin bir gün mutlaka açılacağını haber verir ve şöyle der: “ O mümânaât edenler (yani İslamın tüm dünyaya yayılmasına mani olan haller) çekilmeğe başlıyorlar. Kırkbeş sene evvel o fecrin emâreleri göründü. Yetmişbirde fecr-i sâdıkı başladı veyâ başlayacak. Eğer bu fecr-i kâzib de olsa, otuz-kırk sene sonra fecr-i sâdık çıkacak.”

Fecrin müjdesi

İşte şu hadiseleri, o fecrin müjdeleri gibi görmek mümkündür. Hem de o fecrin vaktidir ki artık ‘kazib’ olmasın.

Elbette toplumların bir takım politik oyunlarla oyalanması, yanıltılması olabilir ve olmuştur. İslam dünyasının, bugüne kadar defalarca, kötü niyetlilerin planladığı oyunlara düştüğü de vakidir. Ama sanırım bu kere yaşananlar farklı. Çünkü bütün düzen kurucuların yürekleri ağızlarında! Bölgedeki kukla yönetimleri korku sarmış, onların efendileri telaş içinde. Kimse olayların nereye kadar varacağını tahmin edemediğine göre demek ki, ‘şehâmet-i diniye intibaha gelmiş’.

Bediuzzaman, o hutbesinde, İslam’ın uyanmasının Arabın uyanması ile mümkün olacağını da haber vermektedir. İnşallah bu olaylar Arabın uyanışıdır. Tabii eğer öyleyse olaylar burada durmaz. Cenab-ı Hakkın kendi merhametinden ümmete selamet ve akıl ve itidal vermesini dileyelim. Ta ki İslam dünyasında kabil-i iltiyam olmayacak yeni tahripler yaşanmasın.

Hürriyet ve demokrasi fikrinin behemehal güçlenmeye devam etmesi, özgürlük alanlarının genişlemesi lazım. Bunlar Kur’an’ın malıdır. Hürriyet ve serazatlık imanın hassasıdır.

***

Bir Müslüman için bir eylem ve düşüncenin meşruiyeti Kuran iledir. Fakat İslam ümmeti, taa Emeviler zamanından bu yana, hiç de Kur’anî olmayan sayısız kayıtlarla istibdat altına alınmış ve her hak ve hürriyet talebi, şeriatın haricine çıkma arzusu olarak nitelendirilmiştir.

Bu yaklaşım, sonunda istibdat anlayışının dini alana da sirayet etmesine sebep olmuş, Mutezile ve Cebriye gibi iki despot anlayışın ‘mezhep’ şeklini almasına yol açmıştır. Mutezile, manevi bir istibdat ile hikmetin hukukuna tecavüz ederek, insanı kendi fiillerinin yaratıcısı sanmış, Cebriye ise insan iradesini yok sayarak insanı hadiseler karşısında çaresiz bırakmıştır! Onun yarattığ3ı kaderci anlayıştır ki İslam medeniyetinin temelden sarsılmasına neden olmuştur.

Kur’an, kulu ısrarla uyarıyor

Yazık ki, İslamın gerçek mihverine oturması ve Kur’an’daki toplumsal ahlakın, beşerde hükümran olması için, Batının demokrasi denilen şeyi icat etmesi gerekiyormuş!

 İşte şimdi İslam toplumları yavaş yavaş farkına varıyorlar ki asırlardır, idarecilerinden, hep tebaa (bir tür güdülesi yaratıklar) muamelesi görmüşlerdir. Kur’an, ısrarla kulu, Allah’tan başka hiçbir iradeye gerçek manada boyun eğmemesi noktasında uyarırken, biz hep kendimizi, filanın kulu, feşmekanın bendesi, berikinin marabası, ötekinin bağlısı haline getirmişiz.

Hürriyet fikrinin gelişmesi, insandaki ‘ademiyet’ damarının uyanması, özellikle halkın kendisini idare edenleri gözden geçirmesi bakımından şu yaşananlar son derece kıymetli örneklerdir. İnşallah şu hadiseler, gerçek bir uyanışa sebebiyet verir de İslam memleketlerinde siyaset yapacak olanlara da ders olur.

Ve böylece, bugüne kadar ‘emanet ve güven’ temelinde sürüp giden siyaset ediş yolu, artık liyakat esası üzerine oturur.

‘kaht-ı rical’ (ehil adam eksikliği)den ilk söz eden İslam idarecisi Hz. Ömer’dir. Hz. Ömer, genişleyen İslam memleketlerine atayacak vali ve şurta reisi bulmakta güçlük çekmiş, iyi bir Müslüman olmakla iyi bir idareci olmanın ayrı şeyler olduğunu ilk fark eden zat olmuştur.

Hz. Osman da bunun farkına varmış ve bu eksikliği, ‘güven ve itimat’ esasına dayanan bir yöntemle aşmaya çalışmıştır. Ehil ve liyakat sahibi adam bulamadığı için kendisine kayıtsız şartsız bağlı olacak ve talimatına uyacak akrabalarını seçen Hz. Osman, bunun siyaseten yanlış olduğunu fark ettiğinde ise iş işten geçmişti. Ama yazık ki kötü bir geleneği başlatmıştı.

Hz. Osman’ın eleştirilen o siyaseti, maalesef bizim cumhuriyet döneminin tamamında tatbik edilmiştir. Siyasi liderler, hemen hemen tüm atamalarda, işi yapabilecek ehil insan yerine motamot kendilerine itaat edecek insanları tercih ediyorlar. Bu sadece bizde olan bir durum değil elbet. Tüm İslam yurtlarında geçerli olan hala Hz. Osman geleneğidir!

İslam siyasetine musallat olmuş şu anlayış; yani ehliyetli adam yerine lidere itaat edecek adamı iş başına getirme anlayışı, İslam dinini geriletmekle kalmamış, medeniyetini topyekun çöküşe götürmüştür.

Ebuzer el-Gifârî hazretleri gibi bireyin hürriyetine ve yönetimde liyakatin olmazsa olmaz şart olduğuna inanan birçok imam ve mücahid de Gıfari’nin uğradığı akıbete uğramaktan kurtulamamışlarsa bu, Hz. Osman anlayışının devam etmekte olduğunun bir remzidir. Nitekim, o sebeple müdahene ve dalkavukluk İslam siyasetinin temel argümanı olmuştur.

***

İslam toplumları, zaman zaman dipten gelen dalgalanmalarla üzerine çöken siyaset kâbuslarını atmaya çalışmıştır. Kendisi yapamadığı zaman, dış Saikler onu buna zorlamıştır. Onlardan bir de Cengiz istilasıdır. İslam dünyası kendi nifakını kendisi temizleyemediği için Cenab-ı Allah onlara dışarıdan bir hışım gönderdi. İslam yurtları tar u mar oldu. Bir asır boyunca tüm İslam yurtları herc ü merc içinde kaldı ve sonunda Osmanlı ortaya çıktı da tüm İslam yurtlarını bir şemsiye altında topladı.

İslam yurtlarında liyakat esasına dayalı yönetimler

Osmanlı dahi, özellikle saraydan başlayan kesalet ve istikamet bozulmasıyla çöküşe geçince İslam alemi bir kere daha herc ü merce girdi. Şu herc ü merç de yüz yıldır devam ediyor. Demek ki yeni bir toparlanmanın eşiğindeyiz. Dolayısıyla bu hareketlenmeler ister Amerikan eliyle olsun ister başka birinin dürtüklemesi ile… Biz umuyoruz ki hadiseler, sonunda, İslam yurtlarında liyakat esasına dayanan yönetimlerin iş başına gelmesine hizmet edecek. Mevcut kukla ve uşak yönetimler gidecek.

İnşallah Türkiye de bu gelişmelerden kedisine düşen payı alır! Birçok şeyin ilkini başaran Erdoğan, inşallah siyasette ‘itimat/itaati esas alan’ yaklaşıma son verir ve liyakati önceleyen siyasetlere kapı aralar.  Çünkü İslam toplumları ne çekmişse beceriksiz yandaş idarecilerden çekmiştir. Taaa Hz. Osman zamanından beri…

Ve öyle sanıyorum ki, Türkiye’de artık liyakat esasına dayanan siyaset yapılabilir. Bunun için yeterli insan stokumuz da mevcuttur. Ak Parti Genel Başkanı Erdoğan, Meclis çatısı altına, tüm marifetleri, kayıtsız şartsız itaat olan bağlılar kadar, işleri layıkıyla sevk ve idare edecek insanların da meclis çatısı altına girmelerine fırsat vermeli. Hem böylece, hiç de haksız olmayan ‘yandaş’ suçlamalarından da siyaseti kurtarır.  Milletvekili adaylarının gün yüzüne çıkmaya başladığı şu dönemde Erdoğan öyle bir çıkış yapmalı ki, ehil insanlar, siyasete girmek için cesaret bulsun! (Elbette bu sözlerimden mevcut Ak Partililerin ehil olmadığı varsayımını çıkarmamak gerekir. Biz daha iyisi için sarf-ı kelam ediyoruz)

İşin ehline verilmesi Kur’an toplumunun olmazsa olmasıdır. Liyakat de işini iyi bilmektir. Bir seriyyede komutanlık Amr ibnü’l-As’a verilmişti. O seriyede ordunun içinde hem Hz. Ömer vardı hem Hz. Ebubekir. Bu ikisi, sonradan halife olacak liyakatte olmalarına rağmen, başkumandanlık başka bir maharet gerektirdiği için, Amr ibnü’l-As’ın kumandasında bulunmaya itiraz etmemişlerdi.

Yani liyakati de doğru anlamak lazım. Demek ki liyakat esas olmalıdır. Ve tabii haramdan sakınmak da! Haram yiyicilikle hiçbir zafer kazanılmaz. Batıl vasıtalarla batıla hizmet edilebilir ama hakka değil.

İşte görüyorsunuz, haram yiyiciler ve ehil olmayanlar bir bir tahtlarından indiriliyorlar. Hem de vaktidir ki artık indirilsinler!

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir