Yoksa Daha Çok Tabutlar Gelir O Dağlardan

Geçtiğimiz Perşembe günü, kitaplarımı yayımlayan Hayat Yayınlarının düzenlediği ‘Aile ve Aile içi İletişim’ konulu bir eğitim programında konuşmak için Afyon’a gittim.

Giderken, kendime, İstanbul’a ve Türkiye’ye ait tüm problemleri de burada bıraktım. Özellikle de İstanbul kaynaklı hiçbir gazete okumadım, televizyon izlemedim, radyo dinlemedim ve kendimi tam anlamıyla o üç beladan uzak tutmaya çalıştım.

Ve tabii üç gün boyunca ne bir yalan haber duydum ne de canımı sıkacak söz!

Cenab-ı Hak, Cenneti bu iki sözle resmeder; “la yes’meûna fîhâ lağven vella kizzabâ’. Orada ne can sıkıcı söz duyarlar ne de bir yalan!

Demek ki içinde yalanın ve can sıkıcı sözün bulunmadığı ortamlar bir tür cennettir ki kalp ve ruh kendisini orada azade hissediyor.

Bozkırın ortasında, termal su, konfor, sevgiyle sunulan hizmet ve insana duyulan saygı üzerine inşa edilmiş Korel Otel’in, insanı yatıştıran o nezih ortamından ayrılıp İstanbul’a yöneldiğimde de aynı düşünceler vardı aklımda. Cenneti yaşamak için illa da ölmek gerekmiyor. Tıpkı Cehennemi yaşamak için illa da ölmek gerekmediği gibi…

İnançsızlık zakkumunun içinde nasıl ki dehşetli bir kalbî azap ve cehennemî halet vardır, iman çekirdeğinin içinde de bir cennet tohumu mevcuttur. İman, ibadet ve huzur ile şu çekirdek sümbüllendirilse bu dünyada dahi cennet-âsâ bir hayat yaşanabilir ve yaşatılabilirmiş…

Fakat yazık ki İstanbul’a yaklaştıkça ve yarın (yani bugün) ne yazacağımı düşündükçe o hal benden uçup gitti. Sinirlerimin yeniden gerildiğini, kalbimin yeniden daraldığını, üzerimdeki kıyafetlerin beni sıktığını ve fazla geldiğini, vücudumun, artık yaşlanmış bir motor gibi yalpaladığını hissettim.

Bilecik, Bozüyük civarına geldiğimizde hafif uyku bastırdı. (Ha bu arada, bu hükümet hiçbir şey yapmadı diyenlere derim ki yaptıkları yollar yeter. Üç hafta önce Mardin Diyarbakır vs’yi dolaşırken gördüğüm manzaraların bir benzerini de bu yolda gördüm. Her tarafa harika yollar yapılıyor. Allah razı olsun sebep olanlardan yapanlardan. Yıllar kısalıyor, insanlar huzur içinde yolculuk yapıyor ve can ve mala kıymet geliyor)  Tam dalmak üzereydim ki, televizyondan taşan bir anonsla yerimden sıçradım.

“Eyvah Türkiye savaşa girmiş galiba!” dedim. Gözlerim açıp ekrana kilitlendi.

Teröristler, ağır silahlar ve karşı konulmaz ordularla Beytüşşebap’a saldırmışlar, şehir düşmüş, evler taranmış, kanlar oluk gibi akmış, askerlerimiz de kahramanlar gibi karşılık vermiş ama… Şehir bizde mi kalmış PKK mı düşürmüş(!) tam anlayamadım. Tam bir dehşet ve panik!

Ardından para verilip konuşturulduğu aşikâr zavallı insanların görüntüsü… Adam öyle konuşuyor ki sanıyorsunuz, evine roket isabet etmiş, bütün malı mülkü, canları ile birlikte yok olmuş. Öyle anlatıyor ve sonra, “Allah bizi kurimiş!” diyor. Neymiş efendim, penceresine bir mermi isabet etmiş…

-Haa, o zavallıya zerre kadar sitemim yok. Çaresiz, aciz, zaten canından bıkmış. Ne istenirse onu yapmaktan başka çaresi kalmamış. Öyle konuş demişler o da öyle konuşuyor. Dinlerken kendimi o zavallının yerine koyunca aczimden özlerim yaşardı…

Spiker kendinden geçmiş. Önüne konmuş metinden müthiş bir savaş senaryosunu aktarıyor. Aynı görüntüyü defalarca tekrar edip, her gün belki birkaç tanesi yaşanan sıradan bir çatışmayı, sanki şehir işgal edilmiş gibi anlatıyor da anlatıyor…

İzledim izledim ve gayrı ihtiyar: ALLAH SİZİN BELANIZI VERSİN! dedim.

Tabii ki bütün bakışlar bir anda benden yana döndü.

Uzun zamandır, prensip olarak izlemediğim bir kanaldı bunu yapan. Anasını, oynaşıyla bassa onu dahi şhow malzemesi yapacak bir anlayışın idare ettiği bir kanaldan, başka şey de beklenemezdi. Başarılı olmuştu. Çünkü bir otobüs dolusu insana, büyük bir panikle, memleketin savaşa girdiği izlenimini vermeyi başarmıştı. Müthiş bir gazetecilik(!)

Benim bela okumamdan sonra şoför, Bihter’in kanalını –belki bir gün yeğenleri kadınlarına sulandıklarında ne yaptıklarını anlarlar- açtı. Oradaki görüntüler ve manzaralar diğerlerinden farksızdı. Sonra, genelkurmay başkanıyla bir röportaj yaptı diye ülkenin tüm sorunlarını çözdüğünü sanan hasta adamın kanalını açtılar. Durum aynı.

O zaman anladım:

Evet, biz bu terörü yenemeyiz!”

Bu medya ile bu gazeteciler ile bu yaklaşımlar ile hiçbir ülke, hiçbir hükümet herhangi bir meselesini çözemez ki terör gibi, büyük bir birliktelik ve ittifak gerektiren problemi çözebilsin. O an, geçmişte, gazetecilere ve gazeteciliğe getirilen bütün yasaklamalar ve tedbirler bana makul göründü. Daha beterlerine müstahak olduklarını düşündüm!

Geçmişte (Ortadoğu Gazetesi’nde iken) bir yazı yazmıştım; “Bu basın ile ancak cehenneme gidilir!” diye…  Biz o cehenneme girmişiz de haberim yokmuş.

Ben buradan Genelkurmay başkanına, başbakana, basından sorumlu devlet bakanına,  muhalefet liderlerine sesleniyorum ve diyorum ki:

Şu medyaya çeki düzen vermedikçe terörü halledemeyeceksiniz!

Aha da buraya yazdım.

Gidip Amerika’ya yalvarıp insansız uçuk falan istemeye de gerek yok. Siz o dağları yaksanız da, orada taş üstünde taş bırakmasanız da terörü yenemeyeceksiniz! Çünkü PKK bütün kritik noktalarınızı ele geçirmiş. Her akşam, 65 milyon insana propaganda yapıp dehşet saçıyorlar.

Düşünebiliyor musunuz, koca bir ordunuz var madara olmuş. Çünkü öyle yansıtılıyor. Size mi inanacağım, haber kanallarına mı? İki kişi geliyor, koca bir garnizona saldırıyor, askerlerimizin onlarcasını yaralayıp, bir kısmını şehid ediyor. Eh iki terörist de film icabı ölsün bari, öyle değil mi? Eğer anlatılanlar doğruysa vah halimize! Yanlışsa vah halinize!

Her gün bu manzaralar ve arkasından yükselen ağıtları, feryatlar ve tabutlar. Tabutlar üzerinde gözyaşlarına ve acze bulanmış Türk bayrakları!

***

Mustafa Kemal, istiklal savaşını verirken fark etti ki savaş meydanda değil masada kazanılıyor. Masada oturanların fikrini ve görüşünü de medya ve gazeteler şekillendiriyor. Çünkü karar verenler genelde şiş göbek, ensesi kalın, medyada yer alan resim ve görüntülerle karar veren kalantorlardır. Çoğunlukla da kirli bilgileri kullanırlar.

Mustafa Kemal, yaptığı mücadelenin bir milli mücadele, bir kurtuluş savaşı olduğunu Batılılara anlatamıyordu bir türlü. Çünkü İstanbul basını meseleleri öyle aktarıyordu ki, güya o istiklal mücadelesini verenler, bir grup sergerde, o mücadele de Batı ile anlaşmış olan İstanbul Hükümetine karşı bir isyan hareketi idi.

Mustafa Kemal bunu fark eder etmez Anadolu Ajansı’nı kurdu. Amacı; Anadolu’da yaşananlar hakkında dünyaya doğru bilgiler vermek!olacaktı

Yani, “Ben mücadelemi veriyorum, dünya kamuoyu beni şöyle veya böyle bilmiş mühim değil” demedi M. Kemal. Zira biliyordu ki gerçek başarı kamuoyunun desteği ile olur. İşte AA o anlayışın eseridir ve isabetli de olmuştur. AA’nın aktardığı gerçek haberler sayesindedir ki Milli Mücadele’ye bakış tüm dünyada değişmiş, İngiltere, Fransa ve İtalya gibi ülkeler, kamuoylarının baskısıyla Türkiye ile sulh yapmaya mecbur olmuşlardır.

*Bugün Türkiye Cumhuriyeti teröre karşı verdiği mücadeleyi kazanamıyorsa, basın faktörünü de göz önünde tutmalıdır.

Olayları doğru ve abartısız anlatacak bir medya oluşturamazsak bu savaşı kaybederiz. Çünkü Türkiye giderek terörle mücadele konusunda inandırıcılığını kaybediyor. Çok yakında bize ‘orantısız güç kullanıyorsunuz’ derlerse sebep doğrudan Türk basınıdır!

Bir ülkenin mukadderatı, haber merkezindeki üç beş aymazın meslekî şehvetlerini tatmin hevesine bırakılamaz. Gerçi bir gün şu ateş, dönüp onların kapısına dayandığında içinde ‘sorumsuzca’  yaşadıkları o burçlar başlarına yıkılır ama iş işten geçmiş olur.

Koca ülke, 26 yıldır bir netice alamıyor. Çünkü terörün yandaşları haber merkezlerine, reji odalarına kadar sızmış. Halkı sindirmek için her akşam, Beytüşşebap’takinden daha beter saldırılarla milleti, evinin içinde vuruyorlar. Ahlakını vuruyorlar, dinini vuruyorlar, tarihini vuruyorlar, kardeşliğini, inancını birlikteliğini dinamitliyorlar… Bu durumun teröre katıksız bir lojistik destek ve yataklıktır olmadığını kim söyleyebilir?

Böyle giderse TC, gazetecilerinin meslekteki sidik yarışı uğrana yıkılmış ilk ülke olacak Allah korusun!

***

Roj tv’yi kapattırmak için Türkiye’nin kimlere ne diller döktüğünü bir düşünün. Teröre destek veriyorlar diye şuna buna kızıyoruz, Amerikaya, İsrail’e çatıyoruz, Belçikaya pazu gösteriyoruz…

Oysa bizim ulusal kanallarımız teröre Roj tv’den, İsrail’den, Amerika’dan  daha fazla hizmet veriyor. Daha fazla yataklık ve işbirliği yapıyor. Türkiye Avrupa’daki siyasi gücünü kullanıp Roj tv’ye çeki düzen verdi… Peki, bu ülke, TC’yi kime şikâyet etsin ki onun teröre destek veren, millete ihanet eden medyasına çeki düzen versin?

Delil mi istiyorsunuz? Oturun bir insafla izleyin. Hangi işbirlikçinin hizmeti, medyanın sunduğu hizmet kadar terörün ekmeğine yağ sürüyor, bakın?

En küçük terör faaliyetinin devleştirilip ekrana getirilmesi az mı destektir? Olaylar öyle abartılıyor ki siz sanıyorsunuz memleket yanmış. Sonuç iki terörist ele geçirildi! Mübarekler Rambo sanki! Topu topu iki kişi bir şehri yerle bir ediyorlar. Ne büyük kahramanlar! Basın öyle diyor! Acaba, teröriste bundan daha büyük hizmet verilebilir mi?

Beyler, inanın terör çoktan şehre inmiş. Bütün televizyon kanallarını ele geçirmişler. Bütün haber merkezlerini işgal etmişler!

Sevgili İlker Paşam, açılım açılım diye kendini helak eden başbakanım, haber merkezlerini, reji odalarını temizlemedikçe dağdaki eşkıyaya bir halt edemezsiniz. Bakın, askere moral için gittiğiniz yerde aldığınız güvenlik tedbirleri ile bile alay konusu oldu. Allah korusun o siperde oturmadığınız için başınıza bir iş gelseydi, size ahmak derlerdi, tedbir aldınız bu kere de korkak oldunuz. İşte işaret ettiğim güruh, böyle bir devekuşu sürüsü…

Askerlerimize boşu boşuna dağlara, bayırlara ‘Önce Vatan’ diye yazdırıyorsunuz. İşgal edilen dağlar değil. Stüdyolar ve haber merkezleri!  Eğer amaç gerçekten ‘önce vatan’ ise önce, şu mücadelenin halka doğru yansıtılmasını sağlayın!

Yoksa daha çok tabutlar gelir o dağlardan ve bayırlardan…

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Çanakkale Geçilmedi…

Elhamdülillah, bu millet bir kez daha Çanakkale’nin geçilmez olduğunu gösterdi. Bir kere daha, bu millet, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir