Arınç Gökçek Kavgası

(Nereye Kadar)

Demokrasiyle idare edilen toplumlarda meseleler biriktirilmez. Ortaya getirilir, konuşulur, sorumlulara gerekli ceza verilir veya uzaklaştırılır ve yola devam edilir. Çünkü meseleler duygusallık üzerine değil, akıl ve kanun üzerine oturtulmuştur.

Ama yarı demokratik veya demokrasi yönetimlerde, geri planda bir kollama veya dışlama mekanizması da hep var olageldiği için, her an duygusal bir patlama ile süreçler, birliktelikler, beraberlikler dinamitlenebilir…

Ben şahsen Sayın Arınç ve Sayın – Gökçek kavgasının, böyle bir kullanmışlık -dışlanmışlık temeline oturduğu kanaatindeyim.

Kim haklı kim haksıza bahsine girmeyeceğim. Zaten onun bir önemi de yok artık. Hem zaten kavga bir Arınç-Gökçek kavgası da değildir. Zahirde öyle görünse de değildir. Fakat kavganın, bu siyasi ekibin adı söylentilere ve şaibelere hiç karışmamış adamı Arınç ile siyaseten son derece güçlü ve daima kuvvetli bir manivela olarak Ak Partiye destek vermiş Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Gökçek arasında çıkması çok ilginç ve bir o kadar da tehlikeli, iktidar açısından!

Sayın Gökçek pragmatiktir, Sayın Arınç duygusal! Dolayısıyla ikisinin de meseleyi biraz abartma, tepkilerini sınırların ötesine taşırma kabiliyetleri vardır. Hem de öyle olmuştur. Şu meselede de kaybeden tarafın Arınç olacağını sanıyorum, çünkü dediğim gibi Gökçek, pragmatiktir, sonuç almada başarılıdır. Sonuçların nasıl oluşturulduğunu bilir!

Evet, kavga ikisi arasında başladı oma bu onların kavgası değildir. Hükümet ile Cumhurbaşkanımız arasında yaşanması mukadder olan kavganın ilk raundudur. Gökçek kazanırsa Davutoğlu kaybeder. Arınç kazanırsa, paralelcilik yaftası Başbakan’a da yapıştırılır… Çok zor bir durum yani! Bana göre Ak Partinin tüm âkil adamları devreye girmeli. Tabii hala varlarsa…

….

Sayın Ahmet Davutoğlu uyumlu bir insan, vefalı bir insan. Hatta diyebilirim ki –kendisini zaman zaman hoş görünmeyen durumlara düşürse de- söylem ve tavırlarını Sayın Erdoğan’a yaklaştırmaya çalışıyor. 8-9 aydır benim gözlemlediğim bu.

Ama bu, ila nihaye gidemezdi. Gitmemeli de. Zira siyasette bir başbakanın kendine has bir tarzı olmasa bir varlık da gösteremez.

Sayın Davutoğlu’nun meselelere hep Sayın Erdoğan’ın penceresinden bakması, onun gibi davranması, onun söylemlerini sürdürmesi beklenmemeli. O zaman tam bir emanetçi sayılır ve işi bittikten sonra da kenara atılırdı.

Oysa Davutoğlu, siyaset için ciddi hazırlıkları bulunan, kendince yaklaşımları olan ve benim kanaatime göre de Yeni Türkiye’nin inşasında, önceki ekiplere oranla daha donanımlı ve tabii daha başarılı olabileceğini umduğum bir insan…

“Davut Dönemi ve Siyaset” (http://www.haber7.com/yazarlar/mehmet-ali-bulut/987318-davut-donemi-ve-siyaset) (8 Şubat 2013) ve “Davutoğlu Başbakan” (13 Eylül 2014) adlı yazılarda hem “Davut” döneminin işlerinden hem de Arınç – Gökçek kavgasıyla kendini açığa vuran derin kapışmadan söz etmişim. Şöyle deniliyor orda:

“Talut, (Calut ile= rejimle)[1] mücadele etmekten, devleti yapılandırmaya fırsat bulamadı. Davut iş başına gelince ilk iş bu yapılanmayı ve ‘beni israil’e (bu yazıda Müslüman Anadolu halkı’na) konulmuş dayatmaları ortadan kaldırmak oldu. Beş Filistî Devleti, (bugünkü beş Güvenlik Konseyi üyesi devlet gibi)  Beni İsrail halkının demiri işlemesini, kılıç, kalkan ve saban yapmasını (Yani kendi harp sanayiini geliştirmesini) yasaklamıştı. (uzun süre bize askeri sanayii yasaklandığı gibi) Beni İsrail (her türlü araç gereç ve savaş malzemesini Ameliklerden, Moablılardan (Amerika’dan ve Batıdan) almak zorunda idi. Bu da onları çaresiz bırakıyordu. Davut kral olur olmaz, bu yasağı kaldırdı. Demirin işlenmesini ve sanayi ve savaş aletlerinin yapılmasını istedi. Öyle de yaptılar….

Bilmiyorum Ahmet Davutoğlu dönemi Davut dönemi olur mu?

Konuşmasını dinledim, son derece ümitvar oldum. En azından Talut dönemindeki dilin aynıyla devam etmeyeceğini hissettim. Tabii ki bir dönemden ötekine geçiş keskin olmaz. Birbirine etkileri olur. Dolayısıyla sanıyorum ki Ahmet Davutoğlu, dil ve tavır olarak bir süre -bu dokuz on aydan eksik olmayabilir- Talut döneminin jargonuna uygun hareket eder. Sonra yavaş yavaş kendi üslubunu oturtur. Bunu yapmazsa, onun dönemi Davut dönemi olmaz, Talut dönemi içinde kalır“ (http://www.haber7.com/yazarlar/mehmet-ali-bulut/1197357-davutoglu-basbakan)

İşte kavganın temelinde yatan bu! Davutoğlu, kendine has siyaseti realizme etmek istiyor, Sayın Erdoğan ise onu kendi çizgisinin devamı olan bir eksende tutmak istiyor:

“Ben halk tarafından seçilmiş bir Cumhurbaşkanıyım, tabii ki meselelere müdahil olacağım” diyor. Ama bunun hukuki, yani anayasal altlığı yok!

Öte yandan bir hükümet var ve bu hükümet, meselelere kendi perspektifinden bakmak istiyor. Ona da Sayın Cumhurbaşkanı sık sık müdahale ediyor. Dolayısıyla şu kavganın önünde sonunda çıkması mukadderdi. Ben fakir, Sayın Cumhurbaşkanımızın seçilmesinden sonra bir değerlendirme yazısı yazmıştım ve demiştim ki “keşke Cumhurbaşkanımız o makama çıkmadan önce anayasal zemini hazırlasaydı. Bunu yapmadan, yani yeni bir Anayasa yapmadan o makama çıkması, bu ülkeye ciddi sıkıntılar yaşatacak.” (http://www.haber7.com/yazarlar/mehmet-ali-bulut/1192261-her-nimet-bir-sukur-ister). İşte kavganın özünde yatan biraz da bu!

Cumhurbaşkanımız “ben seçilmiş, meselelere müdahil olurum” diyor. Hükümet de “bırak ben de bildiğim gibi yapayım, onaylamak veya onaylamamak zaten senin ilende, oraya kadar karışma” diyor. Ama olmuyor. Cumhurbaşkanımızın duracağını sanmıyorum.

Ahmet Davutoğlu’nun önünde iki yol var. Ya “hayır bunu yapamazsın” diyecek ki bunu diyecek dirayet var mı bilmiyorum. Veya sessizlik içinde kalacak ve siyasi misyonunu tamamlamadan bitirecek! Meselenin tam da –tahmin ettiğim gibi-  sekizinci dokuzuncu ayda patlak vermesi, gösteriyor ki Davutoğlu eşyanın tabiatına uygun davranıyor. Siyasetin başka türlü olmayacağını biliyor zira. Ya önceki liderin gölgesinde kalır yok olursun ya da özgün bir davranış geliştirerek onunla kavga etmezsin ama kendi özgünlüğünü de sürdürürsün. Sayın Gürtuna da öyle yapmıştı ama Sayın Erdoğan ona razı olmadı. Kendisine mutlak uyumluluk ve itaat istedi. Sonra da ipleri kopardılar. Şimdi aynı şey, Sayın Davutoğlu için yaşanacağa benziyor. Gelişmeler nerede durur bilemiyorum. Ama nasıl sonuçlanacağını anlamamız uzun sürmez sanırım.

……

Bu kavgada haklı haksız aramaya da gerek yok. Şu kavga, sübjektif yaklaşımların eseri! Dolayısıyla kimin haklı olup olmadığı değil, kimin taraftarlarının baskın olup olmadığı, galibi belirleyecektir. Ne pahasına olursa olsun hep Cumhurbaşkanımızdan yana olanlar onu haklı bulacaklar, hükümetin elinin serbest olmasını isteyenler de hükümetten yana tavır alacaklar. Fakat kavganın patlak verdiği zemini de gözden uzak tutmamak gerekir!

Bir kere Gökçek, Sayın Arınç’ın muhatabı değil. O sözleri ona söylemeye hakkı yok! Bununla birlikte tarafların birbirine söyledikleri üzerinden meseleye yaklaşırsak anlayacağız ki işin içinde ‘kuyruk acıları’ da var. Çünkü sözler, belli ki, içerde biriktirilmiş ön yargıların eseri.

Birisi ötekini “temiz olmamakla” suçluyor, öteki berikini “paralelcilikle” suçluyor. Yani bir ötekine “hırsızsın” , öteki berikine “hainsin” demeye getiriyor. Yazık bu yakıştırmalar ne ona yakışıyor ne buna!

Ben şahsen bu yakıştırmalardan ürktüm ve üzüldüm! Bir davayı omuzlamış ve ta işin başından itibaren ekibin içinde bulunmuş iki insanın birbirleri hakkında böyle ağır ithamlarda bulunmaları hakikaten dehşet verici. Zira şu kavga, insanların aklında şöyle zanna zemin açtı: “Demek ki akçalı işlerle ilgili söylentiler doğru! Kim bilir daha neler var da bizden gizleniyor!”

13 yıldır iktidarda olan bir ekibin mensuplarının birbirlerini böyle hırpalamaması gerekirdi. Daha nezaket içinde olabilirdi! Ben konuyla ilgili daha detay vermeyeceğim, çünkü konuya savcılar müdahil oldu.

Sayın Davutoğlu’nun işi hakikaten zor. Şu meseleyi şimdilik yatıştırmış gibi görünüyor ama zihinlerdeki sorulara cevap vererek değil. Çünkü Arınç, hükümeti, yani Davutoğlu’nu savundu. Eğer o harcanırsa, kendisi de biter. Tarafları susturmak bir çözüm değil, üstünü örtmektir. Muhalefet bu işi işleyecektir uzun süre. AK Parti eğer akılcı ve vicdani bir çözüm bulamazsa seçmen nezdinde zora girer. Türkiye’nin önünde çözüm bekleyen dağ gibi meseleler varken ülkenin yeniden bir istikrarsızlık dönemine girmesi ağır faturalar ödetir ülkeye!  Yazık olur.

…..

Keşke mesele hakikaten Arınç – Gökçek kavgası olmaktan ibaret kalsa! Ama sanmıyorum. Çünkü bana öyle geliyor ki Arınç ve Gökçek konu mankenleri! Belki her iki tarafın da birbiriyle ilgili söyledikleri doğrudur. Biri, işi duygusala bağlıyor, diğeri çocuğuna siyasette bir zemin açmak istiyor –bu onların sözleri- ama olan Ak Parti’ye oluyor.

Ya Cumhurbaşkanımız her meseleye böyle müdahil olmaktan vaz geçecek veya hükümet kayıtsız şartsız, kendilerinin de orada bulunmalarının sebeb-i vücudu olan Tayyip Erdoğan’a teslim olacak. İkisi de mümkün görünmüyor ama her iki halde de zarar görecek olan Türki’yedir…

Çünkü Türkiye yüz yıllık sorunu olan Kürt meselesini çözmek için ciddi bir azim içinde. Davutoğlu, siyaseten kaybetmek pahasına da olsa şu meseleyi çözeceklerini söylüyor. Türkiye çok ciddi bir köprüden geçiyor. Hata diyebilirim ki, Türkiye rakibini köprü ile bir yandan bir yana atıp mağlup eden güreşçi gibi şu anda köprü vaziyetinde. Ya meselelerini üzerinden aşırıp öbür tarafa atacak ve büyük bir ülke olarak çıkacak. Veya köprüde iken şu meseleler yüzünden sırtı mindere değecek ve tuş olacak.

Manevi şartlar, Türkiye’yi, köprü pozisyonunun başarıyla tamamlayıp sorunlarından kurtulacağını gösteriyor ama bütün zahiri sebepler üstten bastırıyor ki Türkiye tuş olsun.

Her ikisi de mümkün.

Önümüzdeki iki sene Türkiye cumhuriyetinin bekası açısından çok kritik! Ya Türkiye bu iki yıllık süreci bir ve bütünlük içinde geçiştirip varlığını koruyacak. Ya da zaafa düşecek –Allah korusun- bir iç kargaşaya sürüklenecek. Çünkü Kurtçu ırkçılar gemi azıya almış durumda. Bu durum, beri yanda da karşıtlarını yaratıyor. Ak Partinin, her kesi kucaklayan yaklaşımı çökerse, bundan MHP ve HDP güçlenir. O zaman da uzlaşmazlık politika haline gelir. Uzlaşmazlığı politika haline getirenlerin başına nelerin geldiğini Irak ve Suriye örneğinde gördük. İşte tüm çabalar, Türkiye’yi de öyle bir kaos ortamına çekmek. Bugüne kadar Türk milliyetçilerinin -en azından kışkırtmalara kapılmamak açısından- meselenin devlet eliyle çözümünü tercih etmekte gösterdikleri direnç hakikaten takdire şayandır. İnşallah yine böyle devam eder.

Çünkü hükümet ve cumhurbaşkanı çekişmesi ülkede var olan bir takım dengeleri de zedeleyebilir. Böyle ortamlarda “akil” insanlar müdahalesine daha çok ihtiyaç duyulur. Bu kavga maalesef bilerek bilmeyerek Türkiye’yi kaos ortamına sürükler. Ak Parti tek başına iktidar olmayı başaramaz ve yeni dönemin olmazsa olmaz şartı olan Anayasa değişikliğini gerçekleştiremezse, kimse Türkiye’yi kanlı bir kaosa sürüklenmekten kurtaramaz.

Ondan sonra ne mi olur?

Tabii ki Allah’ın dediği!

Bir rivayette denilmiş ki, mütegallibe kuzeydeki İslam devletinin merkezine kadar ulaşır. Ağır savaşlar olur ve sonra kuzeydeki devlet toparlanır ve aşağı doğru inmeye başlar. Şam, Kudüs, Mekke, Medine onun toprakları içine girer ve o da İslam birliğini kurar ve sonra dönüp inkârı ulûhiyet fikrini yıkarak âlemde Adaleti tesis eder!

Ben ümit ediyorum ki bu millet şu badirelere girmeden bunu gerçekleştirsin. Çünkü önümüzde böyle bir alternatife de var. Zira biliyoruz ki “az sadaka çok belayı def eder”. Bugün dünyada şu Müslüman Türk halkı kadar sadaka veren, mazlumların acısına koşturan başka bir ülke yok… Bütün imkânsızlıklarına rağmen, Türkiye, dünyada en çok yardım veren ikinci ülkedir.

Dolayısıyla ben umuyor ve inanıyorum ki, bu ülke halkının verdiği o külli sadakalar, bizi, semavi ve arzi belalardan, muzır olanların şerlerinden, fitnecilerin fitnesinden, tuzak kurucuların (mekr) tuzağından koruyacaktır. Ve biz, Kürt meselesi de dâhil tüm sorunlarımızı akıl ve izan içinde, kavga etmeden, uhuvvet (İslam kardeşliği) ekseninde çözeriz ve o adaleti de kansız ve sorunsuz olarak aleme yayarız inşallah!

“Ve asmim ve ebkim sömme a’mî aduvvena/ Ve akhrishum ya Zelcelali bi Havsemet. Ve fi Havsem’in ve maa Devsem’in ve Berasem’in, tahassantu bil ismil Azîmi mine’l-Galat!”

[1] Parantez italik kısımları yeni ekledim. (MAB)

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Ayağı Yere Basmayan Bir Yazı (II) – (İfsat İktidarının Sonu)

Geçen yüzyılın başında onların taleplerine izin vermeyen Osmanlı’yı yıktılar ve İsrail devletinin kurulması önündeki manileri …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir