Biz Atatürkçü Bilirdik, Mandacıymış!

Hayretle görüyorum günümüzün ‘mandacı’ları aynı zamanda Atatürkçü!

Solcu/milliyetçi Kemalistler de bunun farkına varmış olmalı ki, kendilerine ‘Ulusalcı’ deme ihtiyacı duyuyorlar.

İstiklal Savaşı, Mustafa Kemal komutasında verildiği için, Atatürkçülüğün de ‘milliyetçi’ muhteva taşıyacağı sanılıyor.

Ama öyle değil. Çünkü daha sonraki ayrışmalarda, Atatürkçüler, Kemalist altı okun tamamını bire; yani ‘laiklik’ ilkesine indirgediler ve onu ‘İslam karşıtı bir yaşam/batıcılık’ diye algılamaya başladılar.

‘Altı Ok’, bildiğiniz gibi, Mussolini faşizmine özenti duyan Tek Parti Dönemi uydurmasıdır. Kemalizmin umdeleri yani: Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik, Milliyetçilik ve İnkılapçılık.

(-Cumhuriyetçi olamıyorlar çünkü ‘cumhur’ onlara muhalif!

Halkçı değiller çünkü seçkin elit olmak daha cazip!

-Devletçilik dersen Çin’de bile kalmadı!

-Laiklik işlerine gelmiyor. Hakiki bir laikliğin uygulanması halinde milletin şahlanacağını bildikleri için laiklik diye laikçiliği; yani Fransızlarını sömürgelerinde uyguladığı ‘yerel dini yok sayma’ usulünü benimsiyorlar.

-Milliyetçilik, hak getire. Çünkü milleti sevmek banal bir iştir. O yüzden milliyetçiler Kemalistklerin sadece istihzalarına hedef oldular!

İnkılapçılığa gelince. O çok tehlikelidir. Çünkü inkılâpçılık değişim ve gelişme içeriyor. Ondan uzak durmak gerekiyor ki o nedenle daha 1930’lardan bile çıkamadılar. Sık sık 10. Yıl Marşını tekrarlamaları maksatsız değil.)

Nitekim 1960 yılına kadar Atatürkçülük diye bir şey yoktu, Kemalizm vardı. Sonra bir tür faşizm içeren Kemalistliği, ‘batılı anlayışa yakıştıramadıkları için’ Kemalistlerin bir kısmı kendilerine Atatürkçü demeye başladılar.

İşte o dönemlerden itibaren, laiklik kavramı ‘İslam karşıtlığı’ anlamına ‘laikçilik’e dönüştürüldü. Ve Laikçi yapının sürdürülebilmesi için Batı uşaklığı dâhil her türlü müdahaleci, darbeci ve mandacı yaklaşıma sıcak bakıldı. Türkiye’deki laikçi yapıyı ayakta tutmak için İsrail ile bile işbirliği yapmakta sakınca görmezler.

Onlar için Atatürkçülük ve laiklik ‘İslam karşıtı olmak’tan ibarettir.

İşte bu anlayış, tam da Batı’nın istediği şeydir. Batı’nın demokrasimizle falan ciddi bir alakası yok. Biz onların arzu ettiklerini versek faşizm ile idare edilmemizden bile rahatsız olmazlar. Nitekim bakın hiçbir İslam ülkesi demokrat bir cumhuriyet değil ama Batı’nın onlarla ilişkisi bizimle olandan daha iyidir. Batı’nın kapısında dilenmeyi sürdüren bir Türkiye, Batı için bulunmaz Hint kumaşıdır! Hiç şüpheniz olmasın, Atatürkçülük bugün o kumaşın dokunduğu tezgâhlar haline getirilmiştir ki, asıl acı bu!

***

Hayim Naum’un, Churchill’e “Siz Türklerin bağımsızlığını tanıyın, ben size sadece maddesi kalmış bir Türk teslim edeceğime söz veriyorum” dediği rivayet edilir.

O yüzden bugün Türkiye’nin en tehlikeli mandacıları Atatürkçülerdir. İslam karşıtlığından ibaret olan Laikçililiği sürdürebilmek için, herkesle işbirliği yaparlar. Cenaze namazları olmasa caminin semtine bile uğramazlar ama Kilise veya Ağlama Duvar önünde poz vermeyi bilirler.

Artık kabul etmeliyiz ki, I. Dünya Savaşı, ‘Başarısı en kalıcı olmuş Haçlı Seferi” olmuştur. Bu savaşın bize dayattığı ‘Sevr’i yırtıp atmak için bir mücadele verdik ama bu mücadele neticesinde kurduğumuz devletin inşası için başlatılan inkılâplar, zaman içinde ‘Sevr’in örtülü maksatlarına hizmet etmekten öteye gitmemiştir.

Elbette o inkılâplar, Türk milletinin medenileşmesi(!) için yapılmıştır. Ama yazık ki iyi niyetle başlatılan bu inkılâplar, kötü ve maksatlı uygulamalar yüzünden, milletin, öz benliğini ve tarihi karakterini yitirmesine yol açmıştır. Yani inkılâplar bağımsızlığımızı besleyeceğine, -özellikle aydınlarımızda- Batı bağımlılığını arttırmıştır.

Ahmet Hakan’ın Kemal Gürüz ile yaptığı röportajı okurken, bu yöndeki kanaatim bir kere daha pekişti:

“Bunlar bizim insanımız değil. Batı’nın içimizdeki karakolları ve gönüllü mandacıları!” diye düşündüm. Çünkü yaptıklarını ancak böyle izah edebilirsiniz.

Bakın Sayın Gürüz’ün (Bu zat YÖK Başkanı idi ve yüzlerce öğretim görevlisini sadece dindar oldukları için ihraç etti) söylediklerine:

“Amerikan emperyalizmi palavradır. Ben Amerikancıyım. Dünya barışını ancak Amerika sağlayabilir. Türkiye’nin Batı ittifakının dışına çıkması felaket olur. Bu hükümet, ülkeyi Batı ittifakının dışına çıkarıyor. Asıl büyük tehlike budur.”

Hükümet, ülkeyi Batı ittifakının dışına çıkarıyormuş ve asıl tehlike bu imiş!

İşte bu, şecaat arz etmektir.

Hani bu hükümet, vatan haini idi. Hani memleketi Amerika’ya, İsrail’e peşkeş çekiyordu. Hani siz ulusalcı bağımsızlıktan yana Atatürkçü idiniz ve ülkeyi darbe dâhil her ne şekilde olursa olsun ‘Amerikan uşağı hükümet’(!)ten kurtarmaya çalışıyordunuz?

O zaman bu perhiz ne bu turşu ne?

Asılanda Sayın Gürüz’e teşekkür borçluyuz. Çünkü açıkça Batı’nın, içimizdeki ‘mandası’ olduğunu itiraf ediyor.

Ben Amerikancıyım, ben mandacıyım’ diyor. Eminim bunu da, malum odaklar ‘kendisine sahip çıksınlar’ diye yapıyor.

Bu tipler maalesef , ‘saklı Sevr uygulaması’nın ürünleridir. Böyle çooook insan yetiştirilip başımıza çıkarıldı. 150 yıldır çok numunesini gördük. Bizden uzak ‘onlar’a yakınlar.

Tek vazifeleri var: Türk milletini İslam’dan ve İslâmî değerlerden uzak tutmak!

Çünkü İslam ile barışık bir Türkiye, ‘Batı’nın korkulu rüyasıdır’. O yüzden Türk milletinin kendi değerleriyle, diniyle, milliyetiyle buluşmaması lazım. Batı için en tehlikeli gelişme, inancının idrakine varmış bir Anadolu’dur. Lord Gladiston’un 1894’te Lortlar Kamarası’nda yaptığı konuşmayı hatırlayın. Ne diyordu:

Ya bu kitabı Türklerin elinden alacağız, ya da onları bu kitaptan soğutacağız. Aksi takdirde onlarla baş edemeyiz!”

İşte O Kitap -çok şükür ki halk bütün baskılara rağmen O’ndan kopmadı- aydınımızın elinden alındığından bu yana başımızı dik tutamıyoruz!

-Kim sayesinde?

Gürüz ‘Efendi’ gibi, bir talimatla milyonlarca İmam Hatipliyi üniversite okumaktan mahrum bırakan ‘hizmetliler’ sayesinde! Bilerek/ bilmeyerek Batının maksatlarına hizmet ediyorlar:

-Peki neydi İngilizlerin (yani Batı’nın) nihai maksadı?

– Türkleri geldikleri yere göndermek! Balkanlardan olduğu gibi Anadolu’dan da sürmek! Öyle diyordu Lozan Barış Konferansında Lord Gürzon‘Ya kapitülasyonları kabul edersiniz, ya da sizi Asya’nın tozlu topraklı yollarına göndereceğiz!’ (Kapitülasyonları reddettiğimiz söylenir ya inanmayın. Sadece adını değiştirdiler. TC, 1963’e kadar borç ödedi! Mirasını reddettiği Osmanlının!)

Siz her halde Batı’nın bugün bu emelinden vazgeçtiğini düşünmüyorsunuzdur. Hatırlayın Endülüs’ü! O köklü medeniyet 750 yıl sonra yok edilmişti de izi bile kalmadı günümüze.

Ne yazık ki aydınlarımız saf. Bu akıbetin bizim de başımıza gelebileceğinden habersizler. Bir kısmı gerçekten saf… Ama Sayın Gürüz için ‘saf’ diyemeyeceğim! Son derece bilinçli bir ‘Batı hizmetkârıdır’ kendileri! Amerikancılık ise koruma kalkanı!

*** *** ***

Bu yazı “20.Ocak.2009 16:45:57” tarihinde gasteci.com’da “Atatükçü sanıyorduk, meğer mandacıymış!” başlığında yayınlanmıştır.

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Ayağı Yere Basmayan Bir Yazı (II) – (İfsat İktidarının Sonu)

Geçen yüzyılın başında onların taleplerine izin vermeyen Osmanlı’yı yıktılar ve İsrail devletinin kurulması önündeki manileri …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir