İşte Bu Yüzden Korkuyorum

Beş on sene önce milli hassasiyetleri yüksek arkadaşlara ‘ne yapın yapın 2012’ye kadar Türkiye’yi böldürmeyin. Ondan sonra sizin bile gücünüz yetmez’ derdim şaka yollu.

Ama bu sözün bu kadar ciddiyet kazanabileceğini hiç düşünmemiştim.

Çünkü, bu kadar kritik-politik manevraların yapıldığı, arka bahçelerimizde istikbal ve istiklalimizi yakından ilgilendiren hadiselerin yaşandığı bir dönemde, Türkiye’nin, birbiriyle konuşmayı bile zül sayan liderler tarafından idare ediliyor olması başlı başına bir tehlike. Ve bir talihsizlik!

İnsanlık tarihinde 300 – 400 yılda bir ancak görülebilecek ‘etnik yeniden yapılanmaların’ yaşandığı bir dönemde Türk toplumunun, Ergenekon gibi bir terör örgütü konusunda bile bu kadar taban tabana zıt kamplara ayrışması vahimdir.

Türkiye’nin reel politik açıdan bu döneme ne kadar hazırlıksız girdiğini anlamak için 23 Nisan merasiminde yan yana duran ama birbirini görmeyen liderlere bakmak yeter. Ve daha vahimi aynı gün, Van’da ayağındaki lime lime çizmesiyle bayram şenliklerine getirilmiş küçük kızın hazin dramıydı.

Ben birilerinin, Türkiye’yi dünyaya rezil etmek için onu kasten o çizmelerle oraya getirmiş olabileceğini düşündüm. Bu, ihtimalse vahim. Değilse daha vahim. Çünkü o çocuk o haliyle şu ülkeye yakışmadı. Eğer realite bu ise durum sandığımzdan da kötü!.

İşte o çizme ve birbirinin yüzüne bakmaktan utanan liderlerin durumu beni endişelendirdi. Çünkü bütün Türk devletleri, böyle cahilane kindarlıklar sonucu yıkılmıştır.

Eve, aşiretler dönemindeki kavgalar hariç, hiçbir Türk devleti dışardan saldırılarla yıkılmamıştır. Dışardan saldırı ile (Karahıtaylarla yapılan Katavan Savaşı) dağılmış gibi görünen Büyük Selçuklu’nun yıkımı bile iç çekişmeler sonucudur.

Osmanlı, bu iç çekişmelere ve iç ihtiraslara karşı çok uyanık ve acımasız davrandığı için, 600 küsur yıl yaşadı.

***

Bir ülkenin insanları; aynı dili konuşan siyasetçileri nasıl birbirine bu kadar kin biriktirebilirler diye düşündüm. Dini, kıblesi, kitabı, dili, tarihi, coğrafyası bir olan bir milletin çocuklarını, nasıl bir kin, nasıl bir öfke bu hale getirebilir?

8 yaşındaki çocuğun lime lime olmuş çizmesi mi? Her gün binlerce insanın işini kaybetmesi mi? İçimize sokuşturulmuş tefrika illetinin her gün aramızdan yeni kurbanlar alması mı? Onuru zedelenmiş toplumun içine sürüklendiği aşağılık kompleksi midir bu liderleri birbirine karşı böyle kindar kılan?

Hayır! Sizi temin ederim ki değil. Aksine bu kindarane bir s.. yarışıdır! Öyle olmasaydı muhalefet iktidar bu kadar endazesiz eleştirilmez, iktidar da muhalefeti bu kadar görmezlikten gelmezdi.

Bu bir afettir. Sosyolojik bir açıklaması olsa bile bu bir semavi afettir. Çünkü bu bir ahmaklıktır ve ahmaklık da bir beladır, bir afettir. İşte beni endişelendiren bu!

Maalesef toplumun yapısı da bu ahmaklığı besliyor. Çünkü cumhuriyetin ilk dönemleriyle başlayan ‘yeni bir Türk tipi yaratma’(!) çabası bizi birbiriyle asla uzlaşmaz kamplara ayırdı. Aynı dili kullanmak anlaşmamıza yetmiyor. Kalplerimiz lafızlara farklı manalar yüklemiş. Mevlana bu yüzden olsa gerek ki “Gönül beraberliği dil beraberliğinden önde gelir’ demiş.

Maalesef toplumu bu hale getiren inkılâplardır. O inkılâplar sayesinde İslam milliyeti, Habis Avrupa’nın ürettiği ‘kırık genli’ bir nifak tohumu olan menfi milliyetçilik(Bunların içine Kemalizmi, Modernistliği, Çağdaş yaşamcılığı da katabilirsiniz) ile aşılanmak istendi. Ve sonunda böyle ‘ne deve ne kuş’ acube bir tip ortaya çıktı.

Bu tip, Ramazan’da rakı içer, fakat “Ben de müslümanım” der. Haya perdesi yırtılmış, ar elbisesi lime lime olmuş hatuna ‘edep yahu!’ deseniz size ahlak dersi verir.

Bu insanlarımız nasıl bir aberasyona uğradıklarının farkında bile değiller. İnsanlık diye bu hali bellemişler. Melek olduğunu sanan bir şeytan düşünün. Öyle bir şey. Hepimiz o hale gelmişiz ama farkında değiliz.

***

Bediuzzaman, yaklaşık bir asır önce insanımızı şu aberasyona (sapmaya) zorlayanları uyarmış ve İslamiyeti, ulusalcılık tohumuyla aşılamanın varacağı noktaya ve onun vahim sonuçlarına dikkat çekmiş ve şöyle seslenmiş:

Ey sarhoş sahte milliyetçi! Bir asır evvel milliyet asrı olabilirdi. Şu asır, unsuriyet asrı değil. Bolşevizm, sosyalizm meseleleri istilâ ediyor, unsuriyet (bir ırkın gücüne dayanan devlet anlayışı) fikrini kırıyor, unsuriyet asrı geçiyor. Ebedî ve daimî olan İslâmiyet milliyeti, zayıf, geçici ve her an çözülüp dağılmaya müsait olan ırkçılık ipiyle bağlanamaz ve o tohum ile aşılanamaz. (Devrimlerin zorlamasıyla) aşı tutsa bile, sadece İslam milletini ifsat etmeye, halkların birbirinden uzaklaşmasına neden olur. Türklüğün ve Türklerin bekasına da bir faydası olmaz.

Evet, bu yaptığınız muvakkat aşılamada (inkılaplarda) bir zevk ve bir muvakkat kuvvet görünüyor; fakat faydası geçici ama neticeleri çok büyük tehlikeler içeriyor.  Çünkü bu gün yaptıklarınız neticesinde, ileride Türkler arasında, bir daha asla tarafların bir araya gelmelerine imkân bırakmayacak kadar derin bir ayrılık ve parçalanmaya sebebiyet verecek.

O vakit milletin kuvveti, bir şık bir şıkkın kuvvetini kırdığı için, hiçe inecek. İki dağ birbirine karşı bir mizanın iki gözünde bulunsa, bir batman kuvvet, o iki kuvvetle oynayabilir, yukarı kaldırır, aşağı indirir” Mektubat, 425)

Türkan Saylan’ı, Sağlamer’i, Alemdaroğlu’nu, Hurşit Tolunu, Eruygur’u, Baykal’ı Karadayı’yı, Demirel’i, İskender Küçük’ü. dinlerken hep Bediuzzaman’ın bu paragrafları aklıma geliyor…

Bütün bu insanlar, laikliğin ve Atatürkçülüğün, ırkçılığın zorla İslam milliyetiyle aşılanmaya çalışılması neticesinde türemiş tiplerdir. Bu milletin ana kütlesini temsil eden toplum ekseriyetiyle ve onların inanç ve kültürleriyle bir ilişkileri kalmamış.

Toplum onları sapmış ve bozulmuş görüyor, onlar da toplumu cahil, yobaz, çağdışı kaba bir sürü addedip onu adam etmeye(!) çalışıyor.

O yüzden de iki taraf birbirine yakınlaşacağına uzaklaşıyor. Ve hergün biraz daha yabancılaşıyor.

Millet ne istiyorsa onlar da ona karşı çıkıyorlar. Dikkat ediyorsanız, ne zaman İslam milliyetinin bir açılımı olsa, ulusalcılar, Atatürkçüler. Markisistler, Kürtçüler, CHP’liler iş birliği yapıyor. Milletin itibar ettiğini ‘tu kaka’ ediyorlar.

Evet, bu inşikak, bu birbirinden uzaklaşma, bizi diğer milletlerin müdahalesine açık hale getiriyor. O yüzden diyorum ki, ne yapıp edin bu memleketi 2016’ya, hadi bilemedin 2012’ye kadar parçalatmayın. Ondan sonra hakiki manada söz milletin olacak inşallah.

1903-1914 arasında yaşananlara benzer hadiselerin bugün de cereyan ettiğini görüyorsanız ne demek istediği daha iyi anlarsınız.

Ermenistan, Kürt Meselesi, Kıbrıs. Bunların hepsi, içerdeki anlaşmazlıklar ve aykırı bakışlardan beslenen problemlerimizdir. İçerde bir beraberlik ve birliktelik olsa, iki hamlede çözülecek meseleler bunlar.

Ama bakın uluslararası arenada, bir kısım insanlarımız, içerde hükümet zora düşsün diye, dışarıda Türkiye aleyhine çalışabiliyor. Rasmussen olayında hükümetin yanlış politikası ve ardından Fransa ve Almanya’nın birlikte Türkiye’ye attıkları kazık, içerde birçok insanın bayram etmesine yol açtı.

Hükümete zararı dokunacaksa Türkiye’nin parçalanmasına bile göz yumacaklar nerede ise. İşte üstadın bahsettiği şikak, inşikak ve ayrışma bu.

Türkiye’nin başına bir takım ciddi badireler açılmıyorsa, Allah’ın bu millete lütfü sayesindedir.

*** *** ***

Bu yazı “24.Nisan.2009 23:48:34” tarihinde gasteci.com’da “İşte bu yüzden korkuyorum!” başlığında yayınlanmıştır.

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Ayağı Yere Basmayan Bir Yazı (II) – (İfsat İktidarının Sonu)

Geçen yüzyılın başında onların taleplerine izin vermeyen Osmanlı’yı yıktılar ve İsrail devletinin kurulması önündeki manileri …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir