Kürt Açılımına Mani Olan Yine Kürtlerdir

Türkiye cumhuriyeti devleti, bugün, tam bir asır önce haber verilen büyük bir ‘Salih Amel’in bânisi olma yolunda hızla ilerliyor.

Bu Salih Amel, hiç şüphesiz ki, asırların, ihmalkârlıkların ve tabii ki -karşılıklı- kasıtlı garaz ve nefretlerin, Kürtlerle aramıza koyduğu nifak ve ayrılıkları sarılması ve kalplerdeki nefretin giderilmesidir! İslam ümmetinin selameti ve muhabbeti, gelecekteki muhteşem medeniyetinin inşası noktasından bu hizmeti yapanlar ve yürütenler hiç şüphesiz sayısız dünya ve ahiret nimetlerine müstahak olmaya layıktırlar…

Amma ki, bilinmelidir hayır  işlerin manisi çoktur!

İşte görüyorsunuz; Kürt Açılımı dedikleri, belki de cumhuriyet tarihimizin en büyük marazı olan şu hadisenin halli için yapılan çalışmalara ne kadar çok mani çıkıyor.

Bugün söndürmeye çalıştığımız  şu nifak ve fitne ateşinin -ki şimdiye kadar binlerce gencimizin hayatına mal olmuş- en büyük müsebbibi olan CHP, -CHP’nin bugünkü idarecilerini o yanlışlardan mesul tutmak ne aklî ne vicdanî ne de dinîdir. Biz sadece o partinin geçmişine atıfta bulunuyoruz- elini taşın altına sokmuyor.

MHP, Kürtlerin tarih içinde, bazı kritik zamanlarda sergiledikleri menfi tavırlarından dolayı nasıl karar vereceğine tam emin olamıyor. Ama meselenin çözümüne de mani olmak istemiyor. Bu süreçte MHP’nin -en az DTP kadar ve hatta daha fazla- mutlaka işin içine sokulması gereklidir.

Çünkü MHP’nin onayı, aynı zamanda ‘askerin büyük ekseriyetinin rızası’ anlamına da gelebilir. Evet, askerler MHP’ye oy vermeseler de onların devlet ve tarih tezine inanırlar! Ben, o tabanı iyi tanıyan biri olarak, MHP’nin bu hayırlı hizmete mani olacağı kanaatinde değilim.

***

Kürt açılımına mani olan veya olabilecek tarafları doğru koymamız gerekir.

Bunların başında, Kemalist laikçiler gelir!

İkincisi, milliyetçiliği, ırkçılık sanan bir takım sivil ve askeri gruplar!

Üçüncüsü CHP!

Dördüncüsü ve en tehlikelisi Kürtlerin içindeki ‘istemezük’çüler! Bunların başında da DTP geliyor!

***

İlk üç grup için bugüne kadar çok şey söylendi, çok eleştirildiler. Ama kimse, Kürt açılımının asıl mânilerinin bizatihi Kürtler olduğu üzerinde fazla durmadı.

Esasında bu konuyu yazmak uzun süredir aklımdaydı. Uygun zeminin gelmesini bekliyordum. Önceki günkü yazısında Ertuğrul Özkök, Van’ın Özalp İlçesi’nin DTP’li yeni Belediye Başkanı Murat Durmaz‘a açacağı bir heykel münasebetiyle yazdığı açık mektup, zamanının geldiğini hatırlattı.

***

Evet, Kürt meselesinin, bu kadar girift hale gelmesinde elbette cumhuriyet idarecilerinin -özellikle 1925-1945 yılları arasında- milli bir devlet yaratma çabasının büyük etkisi olmuştur.

İmparatorluk bakiyesi idarecilerin, hiçbir zihnî ve kültürel altlığa sahip olmadan millî bir devlet yaratma çabaları, ancak kırarak, dökerek ve yıkarak olabilirdi ve öyle oldu. Çünkü ne halk milli devletin ne olduğunu biliyordu, ne de idareciler, milli devlet kurmanın pratiklerine sahipti!. O açıdan evet, diyebiliriz ki ‘bizim hatamız var ve büyüktür’.

Ancak hiçbir hata, tek taraflı işlenmez. Bir elin ses çıkarması için bile, ötekinin de karşısında durması lazım ki çarpıp ses çıkarsın.

Kürtlerin içindeki milliyetçi unsurlar ve Türk aleyhtarları, bu tarihî birlikteliğin bozulması için ellerinden geleni yapmışlardır. İşte bugün onlara işaret etmeye çalışacağım!

Tabii ki, onların  ‘melle seyda’ dedikleri Bediüzzaman’ın dili ile sesleneceği… Aşağıda aktardığım diyalog  1908/1909 yıllarında Aşiret reisleri ile Bediuzzaman arasında geçmiştir. (Bknz. Münazarat, s. 25-30)

Bediuzzaman(BZ):

“Ha şunu da belirtmeliyim; Elbette meşru bir meşrutiyet -(cumhuriyet/demokrasi diyebiliriz!)- hükümetinin idarecileri “Hepiniz çobansınız ve idareniz altındaki insanlardan sorumlusunuz” hadisinin bilinciyle hareket etmeliler. Aksi takdirde derman dert getirir.

Aşiret Reisleri (AR):  Derman dermandır, neden dert getirsin?

BZ: Bir derdin dermanı başka bir derde zehir olabilir çünkü. Bir derman hadden geçse, dert getirir.

AR: Sen Meşrutiyet (Şimdi Cumhuriyet)) yanlısı olduğun için bunların hatasını görmüyorsun. Meşrutiyetle iş başına gelenlerin de sayısız kötülükleri var, bize eskiler gibi zulmediyorlar. Üstelik güçsüzlükte ve çaresizlikte eskisini aratmıyorlar. Demek tarif ettiğin Meşrutiyet daha bize gelmemiş ki biz de ona “hoş geldin baş göz üstüne geldin”diyelim.

BZ: Hayır, ben onları hatasını görmezlikten gelmiyorum. “Aksine, ben bir akarsudan su almak istedim. Bir bulutun çalışıp yağmur indirmesini arzu ettim. Siyah gözlüyü güzel gördüm. Ben huri gibi güzel bir hürriyeti övdüm”

Doğu’nun Geri kalmışlığı kimin hatası?

(Ey Kürtler) eğer meşrutiyet buraya gelmemişse, sizin divaneliğinizden korktuğu içindir. Zülüm, ‘Meşrutiyet’in hatasından değil, kafalarınızdaki cehaletten kaynaklanan karanlıktandır. Siz divanelikle kısa yolu uzun yapıyorsunuz.

Kudan ve Mamehoran aşiretleri, bir hükümetin mensupları olmaları gereği mutlaka vermeleri gereken vergiyi, asker gelmeden hazır etselerdi, şu kadar zulme uğramayacaklardı.

Eğer bir millet cehaleti sebebiyle hukukunu bilmezse, hamiyet ehli (insaflı) insanları dahi zorba haline getirir! Hükümeti, sizin hakkınızda zorbalık yapmaya sevk eden sizin cehaletinizdir!

***

Şimdi diyorsunuz ki “Bu hükümet de eskisi gibi zayıftır” Evet kuvvetsizlikte, dokuz yaşındaki çocuk doksan yaşındaki ihtiyar gibidir. Fakat o yaşlı; kabre gider, ama bu çocuk gençliğe doğru, yani güçlenmeye doğru gidiyor…

AR: Neden işler böyle bulanık. Açık ve safi olsa olmaz mı?

BZ: Yüz yıldan beri harap olmuş bir şey  birden yapılamaz. Size bir misal vereceğim. Bir bulagbaşı (pınar göleti), çok uzun süren bir zaman boyunca çürümüş ve kokuşmuş. İçine çok pislikler düşmüş. Sonra onu temizlemek için o pislikleri çıkarılıp temizlenir ve bir havuz haline getirilirse, acaba daha bir süre o pınarın suyu bulanık gelmeyecek mi? Elbette gelecek. Ama meraklanmayınız, sonunda su mutlaka temizlenip berraklaşacaktır. (İşte şimdi o suyun berraklşaması zamanıdır)

AR: Tarif ettiğin bu Meşrutiyetin ne kadarı bize gelmiş, niçin tamamı gelmiyor?

BZ: Ancak onda biri size gelmiştir diyebilirim.

Çünkü ‘medeniyet’ sizin şu vahşi; medeniyetten uzak, cehaleti ve düşmanlığı sevmiş sarp dağ ve derelerinizdeki ‘vahşet ayılar’ından, ‘cehalet ejderhaları’ndan ve ‘husumet (düşmanlık) kurtları’ndan korkar. Kolay kolay gelmeye cesaret edemez.

Eğer siz tembel kalıp da onun yolunu yapmazsanız, bu tembelliği sürdürürseniz, belki yüz sene sonra ancak, onun cemalini görebilirsiniz! (Bu konuşmanın üzerinden tam yüz yıl geçmiş. Muhteşem bir ufuk, öyle değil mi!)

Zira sizinle İstanbul arasındaki mesafe bir aylıktır. Fakat sizinle meşrutiyeti benimsemiş insanlar arasındaki mesafe bin aydan fazladır.

Çünkü siz eski zaman adamlarına benziyorsunuz. O nazik tenli, narin meşrutiyet/medeniyet ‘İstanbul havalisindeki yılanlar’dan kurtulsa bile, şu uzun mesafeden geçerken,

cehalet gibi müthiş bir bataklığı,

fakirlik gibi acımasız kıraçları

ve aranızdaki düşmanlıklar gibi son derece sarp ve aşılmaz dağları geçmeye mecbur kalacak!

Yol boyunca karşılaşacağı  ‘eşkıyalar’ da işin cabası!.

Kısacası, hak ettiği cezayı hazmedemeyen veya o meşhur, her şeyi tersiyle anlayan Bektaşi gibi bazı eşkıya ve yol kesiciler, (toleransı zaaf zannedip), o (yani medeniyet) daha size ulaşmadan onu derdest eder ve yolunu keserler! (Ne müthiş bir tesbit! PKK’nın neye hizmet ettiği ortada) Meoeniyetin size ulaşmasına mani olurlar!

Sonra bütün bunlardan başka bir kısım gevezeler de vardır. Onla, Meşrutiyetin/medeniyetin gelmesini istemezler. O yüzden de o gelmeden önce onu parça parça etmek isterler. (DTP bu cümlelerden kendine bir hisse buluyor mu acaba!)

Öyleyse, siz ona bir yol yapmak veya onu havadan bir balonla buraya getirmek zorundasınız. Onun bu topraklara gelmesini siz sağlamalısınız! (Hakiki Kürt aydınlarına düşen de bu!)

AR: Biz artık ümitsizliğe düştük. Bu meşrutiyet ne zaman gelecek bize, daha ne kadar bekleyeceğiz?

BZ: Ümitsizlik acizlikten gelir ve gelişmeye manidir. Hamiyet (vatanını ve milletini sevme) ise en şiddetli zorluklara ve engellere aynı şiddetle metanet göstermekle olur. Hâlbuki bu zaman, adi imkânsızlıkları imkânlı kılmıştır. Olmayacak, yapılamayacak iş hemen hemen kalmamıştır. Hemencecik ümitsizliğe dönüşen hamiyet, hamiyet değildir.

Ben sizi tembellikten kurtarmak için kusurlarınızı gösteriyorum. Onun çabucak gelmesini istiyorsanız, ona bir rayı marifet/bilim, diğeri fezilet/ahlak olan bir demir yolu döşeyin. Ta ki, meşrutiyet, medeniyet denilen kamâlât (iyilikler/güzellikler) trenine binip, beraberine, gelişim tohumlarını da alıp, engelleri de geçerek size gelebilsin. Siz yolu ne kadar kısa sürede yapabilirseniz o da o kadar kısa sürede size gelecektir.

AR: Şansımız varsa inşallah bize gelir. Şu anda bize düşen tevekkül etmek değil mi?

BZ: Doğrudur ama zavallı talihinize siz de yardımcı olmalısınız. Bağdat tarrarları (yankesici) gibi olmayınız. Sizin tembelliğe bahane ettiğiniz girişimcilikten mahrum tevekkülünüz, neticelerin oluşmasında sebeplere baş vurmak gerektiği şeklindeki doğal/fıtri hükme muhalefetiniz, kainatta geçerli iradeye karşı inatlaşmak demektir. Şu tevekkül, döner sizi yalanlar. Munazarat’tan sadeleştirerek…)

***

Görülüyor ki Kürt Açılımı’nın manisi sadece Türkler ve Türk unsurlar değil. Aksine ve daha fazlasıyla  Kürtler ve Kürtlerin içinde yerleşmiş ‘menfi unsurlar’dır. Kürt sureti giymiş yabancılar, kendisini Kürt sanan eski bakiyyyeler, suret-i haktan görünüp onları şiddete sevk eden ecnebi yılanlar ve hilebaz tilkiler ve vahşet ayılarıdır.

Ben bu yazımı, özellikle Abdullah Öcalan ve Başta Ahmet Türk ve DTP’liler olmak üzere barış, huzur ve salim bir gelecekleri olsun isteyen tüm Kürt kardeşlerimin dikkatine sunmak istedim.

Onlara, onların arasından çıkmış ve Seyda dedikleri zatın sözünü hatırlattım. Ve omuzlarındaki akrebi gösterdim. Bana gücenmesinler.

Asabı bozulan, küfredeceğine aynaya baksın ve bir kere daha dönüp izanla yazıyı okusun!

Ruhu tefessüh etmiş olanlara söz tesir etmez!

*** *** ***

Bu yazı “05.Ağustos.2009 15:58:41” tarihinde gasteci.com’da “KÜRT AÇILIMININ EN BÜYÜK ENGEL YİNE KÜRTLERDİR”” başlığında yayınlanmıştır.

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Ayağı Yere Basmayan Bir Yazı (II) – (İfsat İktidarının Sonu)

Geçen yüzyılın başında onların taleplerine izin vermeyen Osmanlı’yı yıktılar ve İsrail devletinin kurulması önündeki manileri …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir