Masuniyet Karinesi Ha!

İmparatorluğu tasfiye hareketi olan İttihat ve Terakki’den bu yana başımıza gelenlerin tamamı ‘askerin dahliyle’ olmuş.

Asker ya doğrudan ya dolaylı mutlaka işin içinde bulunmuş. Cumhuriyetten sonra ise tüm darbelerde, görüyoruz ki, önce, sivilin içinde örgütlenen askerler ortamı hazırlamış, ardından da güya ‘mecbur kalıp’ ordu yönetime el koymuş.

Senaryo hep aynı ve tuhaftır gerekçe de aynı: İRTİCA!

‘İrtica’dan maksatları ne?

Müslümanlar!

Ne zaman Müslümanlar şu memlekette birazcık rahat bir nefes almak istemişse hemen karşısında ordusunu bulmuş.

İşte Ergenekon çetesi! Yine bütün iplerin ucu varıp askere dayanıyor. Beni kahreden işte bu… Bu ordu nasıl bu hale geldi?

Daha düne kadar, ‘Allahın Ordusu’, ‘İslam’ın son ordusu’ idi. Ne oldu da bin yıldır, milletin tefekkürüne biçim veren İslam, bir anda ‘yakın tehlike’ oluverdi?

O ordu ki, aklını vahyin aydınlığı ile birleştirince dünyanın tanık olduğu en adil devleti kurmuştu. Tarihe altın harflerle yazılmış bilginler ve komutanların yetişmesine, Alparsan, Fatih ve Yavuz Sultan Selim gibi insanlık tarihinde bir kere daha eşine zor rastlanır cihangir komutanları bize kazandıran İslam’a bu ordu nasıl sırt çevirdi ve taraftarlarını hiçbir ayırım yapmadan bir Siyonist yakıştırması olan ‘irtica’ yaftasıyla yaftaladı?

Bu nasıl bir illüzyon, bu nasıl bir ispritizma, bu nasıl bir büyü ki, bizim askerlerimiz kendisini canı pahasına destekleyen ve çocuklarını davul zurna ile kendisine teslim eden halkının dinini ‘tehlike’ addediyor. Oysa bu orduyu kurup kıtalardan kıtalara koşturanlar âleme şöyle meydan okuyorlardı:

‘İmtisal-i cahidu fillah oluptur niyyetüm

Din-i İslamın mücerred gayretidir gayretüm

……

Ey Muhammed mucizat-ı Ahmed-i Muhtar ile

Umarım galib ola a’da-yı dine devletüm.’ (Fatih Sultan Mehmet)

İşte şu ceht ve gayret idi ki, şimdi bizi maddi manevi sultaları altında ezen, Gazze’de insanlarımızı hunharca doğrayan (Siyonist) ve bu vahşete karşı sessiz kalıp adeta alkış tutanları (haçlıları) karşımızda el pençe divan tutuyordu.

* * *

Ama şimdi acz içindeyiz. Bakın İslam yurtlarına. Yangın yerine dönmüş dört bir yanı. Gözyaşı çok, imdat eden yok! İmdat edebilecek tek güç olan Türk ordusunu da ‘irtica’ gulyabanisi ile korkutup oturtmuşlar ve Müslümanların acılarına karşı duyarsız hale getirmişler.

Tabii ki ‘ordumuz niye Gazze’ye müdahale etmiyor’ gibi bir saflığın içinde değilim. Ben işin tabiatındayım. Her konuda duyarlılık gösterme itiyadında olan ordumuz, isterdim ki, milletin hissiyatına da nebze ortak olsun. Göstermelik bile olsa rahatsızlığını belli etsindi.

Teknoloji geliştirmek yok, ordumuzu, ihtiyaçlar noktasından dışarıya bağımlılıktan kurtulmak için çare aramak yok. Varsa yoksa ‘irtica’yı önlemek! Bunun için bizzat yaptıkları yetmiyor, ipi Siyonistlerin elinde bulunan çetelere de nefer yetiştiriyor. Öyle olmasaydı, şu kadar üyesi ve mensubunun şu kadar pis işlere bulaşmış olduğunu göre göre onlara sahip mi çıkılırdı?

Bur de “masuniyet karinesi ihlal edildi… Bu ortam devlete de büyük zarar vermektedir” buyuruluyor!

Sevgili paşam, sayısız insan, sadece hanımının başı kapalıdır diye, namaz kılıyor, oruç tutuyor, Kur’an okuyor diye savunma hakkı bile tanımadan ordudan ihraç edilirken, hukuk ihlali aklınıza gelmiyordu. Savunması alınmadan Başbakan asarken masuniyet karinesi ihlal olmuyordu. Fakr u zaruret içindeki milletin, dişinden tırnağından arttırarak elinize verdiği silahları onun iradesini yok saymak için milletin üzerine çevirirken devlet zarar görmüyordu da, çete işlerine bulaşmış, üç beş elemanınız hukuk tarafından der dest edilince mi hukuk ve devlet aklınıza geliyor? Hangi “masuniyet karinesi”nden söz ediyorsunuz sevgili paşam!

……

Devlet zarar görüyormuş!

Devlet ne ki? Yıllarca millete zarar verildi; milletin izanı, dini, imanı tahrip edildi. Milletin tarihi ve mukaddesatı tahrip edildi…

Devlet kurulur! Bu millet devlet kurmada mahirdir! Siz asıl millete bakın ki ona ne kadar zarar verilmiş. Siz onun davasını güdün. Orduya zarar vermekten başka bir marifeti kalmamış elemanların savunulmasına değil!

* * *

Aslında neden hukuktan yakındığınızı da anlayamıyorum. Çünkü bugünkü hukukçular, onayladığınız siyasetçilerinizin eseridir. Yani sizin eserinizdir. Sayın Ecevit dememiş miydi, ‘Hukukta devrim tamamlandı” diye. Moğultay hazretleri dememiş miydi ‘Adliyeyi faşistlerden tamamen temizledik’ diye?

Şimdi o hukukçular iş başında işte! Arzu ettiğiniz her şeyi hukukun içine sarıp sarmalayıp milletin önüne koymadılar mı? Yargıtay’da, iktidara karşı her türlü hukuki(!) hokkabazlığın yapılması hukuk dışılık olmuyor da hukuksuzluğa bulaşmış olma ihtimali bulunan elemanlarınızın sorgulanmak üzere çağırılması mı hukuksuzluk oluyor?

Sevgili paşalarım! Hukuk sizi de benim kadar bağlamıyorsa ve hukukun size de en az bana yettiği kadar gücü yetmiyorsa asıl o zaman hukuksuzluktan söz edilebilir. Asıl o zaman ülkede adalet var olmaz! Kanun, asıl elinde silah tutana karşı yaptırım gücü kazandığı zaman kanundur.

Bizim gibi mazlumlar, sizin emirlerinizle gerekçesiz de içeriye tıkıştırılabilirler. Nitekim hep öyle oldu. Sistemin tanrısına tapınmayan herkesi bir bahane ile tu kaka ettiniz yıllarca. Şimdi hukuk, size de yüzünü gösterecek olgunluğa gelmeye başladı diye mi canınız sıkılıyor!

Kuvvet kanunda olmalı paşalar, hak kanunun uhdesinde olmalı! Siz yılarca kanunu kuvvetinizin emrine tabi kıldığınız için demokrasiyi hazmedemiyorsunuz anlaşılan.

Ama inşallah siz de alışacaksınız, kanuna hesap vermeye. Çünkü o kanun milletin koyduğu kanundur. “Şeriatın kestiği parmak acımaz!” demişler. Sizin parmağınız acıyorsa demek ki ‘şerait’e (yani kanuna) itimadınız yok… Öyle değil mi?

* * *

Evet, anlaşılıyor ki Türkiye’nin en birinci önceliği derin çete yapılanmalarını bertaraf etmektir. Ben kendi payıma devletin ve seçili başbakanın kontrolündeki bir derin devletten hiç rahatsız olmadım. Her devletin öyle yapılanmaları vardır, fevkalade zamanlar için. Ama biz ondan söz etmiyoruz. Bizim bahsini ettiğimiz, millete tebelleş olmuş ve ipleri dışarıdakilerin elinde bulunan çetelerdir. Şu örgütlerin tasfiyesi, her şeyden daha mühimdir.

Milletin iradesine ipotek koyan ‘uluslararası gizli zındıka komitesinin içimizdeki yapılanmaları’ olan Ergenekon ve benzeri çeteleri yok edip, milli iradeyi parlamentonun arkasına koyabildiğimizde, merak etmeyin Gazze’de Filistin’de Karabağ’da şartlar hemen değişir.

Bütün bu filmler, millet sahip olduğu imkânlarının farkına varmasın diye başına getiriliyor, kendi dininden soğutulmaya çalışılıyor. Ve her seferinde “irtica ile mücadele” bahanesi ile ordusu ile karşı karşıya geliyor. O da ordusunu sevdiği için susuyor.

Şimdi milletin bedeline kader-i ilahi icrayı faaliyet ediyor, o konuşuyor. Çünkü ‘takdir-i huda’ bu milleti yeniden eski görevi olan “kimsesizlerin kimsesi olma” konumuna getirmeyi murat etmiş görünüyor. Karineler o yönde. Şartlar, bu milleti, yeniden – mazluma -İspanyol Yahudisi de olsa- sahip çıkma görevini üstlenmeye zorluyor. Çünkü o olmadan, insanlık, yaralarını saramıyor, acılarını dindiremiyor, mağlubiyetten kurtulamıyor. İnsanlığın bedeninde açılan yaralar açık kalıyor…

Evet, mukadderat Türk milletini o göreve hazırlarken, onu bünyesindeki safraları temizlemeye; iradesine pranga olmuş her türlü kurum ve kişilerden kurtulmaya zorluyor. Ve mukadderdir ki onlardan kurtulacak inşallah!

Bu günler ise, şanlı atalarımız ile gelecekteki muhteşem nesillerimiz arasında bir utanç halkasından ibaret olan dönemlerin son günleri olarak yâd edilecek!

Gelecekteki nesiller ‘Yazıklar olsun size! Şanlı ceddimiz ile aramızdaki muvasala noktası sizdiniz ha!” deyip hayıflanacaklar…

Hakkında Mehmet Ali Bulut

1954’te Gaziantep’in İslâhiye ilçesinin Kerküt köyünde doğdu. İlkokulu burada tamamladı. Gaziantep İmam Hatip Lisesini ve ardından Gaziantep Lisesini bitirdi. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Fakülte’nin Tarih Bölümünde doktora tezi hazırlamaya başladı. 1979 yılında Tercüman Gazetesi’ne girdi. Tercüman Kütüphanesinin kurulması ve kitapların tasnifinde görev aldı. Birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu… Daha sonra gazetenin, haber merkezi ve yurt haberlerinde çalıştı. Yurt Haberler Müdürü oldu. Köşe yazıları yazdı… 1991 yılında Haber koordinatörü olarak Ortadoğu Gazetesi’ne geçti. Bu gazete 5 yıl süreyle köşe yazarlığı yaptı. Yeni Sayfa ve Önce Vatan Gazetelerinde günlük yazıları ve araştırmaları yayınlandı. 1993 yılında haber editörü olarak İhlas Haber Ajansı’na girdi. Kısa bir süre sonra ajansın haber müdürlüğüne getirildi. Mahalli bir ajans konumundaki İhlas Haber Ajansı, onun haber müdürlüğü döneminde Türkiye’nin ve Ortodoğu’nun en büyük görüntülü haber ajansı konumuna yükseldi. 1997 yılında İHA’dan ayrılmak zorunda kaldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Veri Haber Ajansı’nı kurdu. Finansal sıkıntılardan dolayı Ajansı kapattı. 1999 yılında BRT Televizyonuna girdi. Haber editörü ve program yapımcısı olarak görev yaptı. 2001 Mayısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın danışmanlığına getirildi. 3 yıl bu görevde kaldı. Bir süre Ali Müfit Gürtuna’nın basın ve siyasi danışmanlığını yaptı. Turkuaz Hareket’in mantalitesinin oluşturulmasında büyük katkısı oldu. Bugün Gazetesi Yurt Haberler müdürü olarak çalışan Bulut, emekli ve sürekli basın kartı hamilidir. Eserleri: Karakter Tahlilleri, Dört Halifenin Hayatı, Geleceğinizi Okuyun, Rüya Tabirleri, Asya’nın Ayak Sesleri, Ansiklopedik İslam Sözlüğü, Türkçe Dualar, Fardipli Sinha, Derviş ve Sinha, Ruhun Deşifresi, Gizemli Sorular, Ahkamsız Hükümler, Can Boğazdan Çıkar, Sofra Başı Sağlık Sohbetleri gibi yayınlanma aşamasında olan çeşitli eserleri bulunmaktadır. Roman ve Hikaye: Mehmet Ali Bulut’un Roman türünde yazılmış Fardihli Sinha, Derviş ile Sinha adında iki romanı ve aynı serinin devamı olarak Zu Nima ve Fardipli Sinha 2 ve Fardipli Sinha 3 tamamlanma aşamasındadır. Diğer çalışmaları: Çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, şiirleri bulunan Mehmet Ali Bulut son dönemdeki yazılarını haber7.com’da yayınlamaktadır. Bulut evli ve bir kızı vardır.

Ayrıca Bakınız

Ayağı Yere Basmayan Bir Yazı (II) – (İfsat İktidarının Sonu)

Geçen yüzyılın başında onların taleplerine izin vermeyen Osmanlı’yı yıktılar ve İsrail devletinin kurulması önündeki manileri …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir