Zaman zaman yazmışımdır. Tekrarlamaktan da geri kalmayacağım:
İsrail’in ve İran’ın devletçilik anlayışına hayranım. Eğer ülkelerinin menfaatinin söz konusu olduğunu bilyorlarsa, bir Allah’ın kulunu takmıyorlar. Kendlerine yönelmiş hiç bir eylemi karşılıksız bırakmıyorlar. Devlet olsun, örgüt olsun özellikle İsrail’e karşı eylemde bulunmuşlarsa karşılığını almışlardır.
Birileri İsrail’in menfaatlerine zarar mı veriyor. Adamı karısının koynundan alıp icabına bakıyorlar.
Bu tür örnekleri gördükçe, duydukça içim gidiyor, aşağılık kompleksine kapılıyorum.
İşte bakın Yunanistan.
Biz onlara mübtezel tavırlarla, iki büklüm olup zeytin dalı uzattıkça, onlar tepemize tepemize bindiriyorlar. Adamların devlet güçleri resmen Türkiye ile savaştalar. Legal illegal her zeminde Türkiye’ye karşı aleni tavır ortaya koyuyorlar.
Dünyanın herhangi bir yerinde Türkiye’ye karşı bir hareket mi var. Ya altında ya üstünde bir Yunanlı general veya istihbarat elemanı vardır. Megalo idea dedikleri büyük Yunanistan’ı gerçekleştirmek için her yolu deniyor, her imkanı değerlendiriyorlar.
Söz gelimi, Türk turizminin yediği terör darbelerinin arkasında Yunanistan’ın bulunduğu bal gibi aşikar. Hiç bir uyarıya aldırmadan da bu eylemlerin sürdürülmesini sağlıyorlar…
Peki Türkiye iki serseri bulup gönderemiyor mu? Aynı türden bir kaç bomba onların sahil şeridinde patlatılamıyor mu?
Malesef hayır!.
Oysa bizim tarihimiz, nice serdengeçtilere, nice gidip de gelmeyen ama üstlendiği işi mutlaka başaran tek kişilik ordulara şahittir.
Tabii ki onların arkasında, yanında, önünde onlardan daha yürekli idareciler ve devlet adamları vardı.
* * *
Evet bugün moda sözcük barış!
Bu nasıl bir barış ve nasıl bir dünya ki, benim göz yaşlarım ve onursuzluğum üzerine kurulmuş. Bu nasıl mübtezel bir hayat ki, yaşamak için her türlü şerefsizlik sineye çekiliyor.
“Bize dokunmasınlar aman” diye yıllardır bu milletin elini kolunu bağlamışız. Birilerinin huzuru ve menfaati zedelenmesin diye hep fedakarlık bu milletten istenmiştir.
Bakın biz Yunanlı dianadamlarının gelip gözümüz önünde tarihimize küfretmelerine izin veriyoruz. Patrikhane, her yıl bin türlü ihanetini bizim müsaademizle yurda girmiş karanlık ruhlu papazlarla eliyle icra ediyor. Biz onları devlet töreniyle karşılıyoruz ama, Yunanistan, Türkiye’nin gördüğü en hoşgörülü Diyanet İşleri Başkanımız M. Nuri Yılmaz‘a ülkede huzursuzluk çıkarır diye vize vermiyor. Yılmaz, sıradan bir insan değildir. Bir politikacı da! Onun nifakla bir ilgisi de yoktur.
Yunanistan’ın tavrından şunu anlayıroz ki, Türkiye’ye gelen bütün Yunanlı din adamları nifak ehlidir. Hani malum, iki kör yemek yiyorlarmış. Biri diğerine “niye lokmaları iki iki yiyorsun” diye sormuş. Ötekisi “nerden biliyorsun” deyince soruyu soran kendini ele vermiş.
Yunanistan, bütün din adamlarının nifak saçmak için seyahat etiklerini bildiği için bizim dinadamımızın da aynı işi yapacağına hükmediyor…
Bayılıyorum şu Yunanlılara. Adamların zerre kadar korkuları, endişeleri, “başkaları ne der” diye bir telaşları yok.
Yunanistan’ın bizim bir din adamımıza vize vermemesinden, bilmiyorum, bizim hariciyecilerin yüzleri kızarıyor mu?
Ama yılların aşındırmasıyla köseleye dönmüş yüzlerde böyle hicap emareleri görmek mümkün değil.
* * *
Türkiye bunu onur meselesi yapmalı ve bundan sonra hiç bir Yunanlı din adamının yurda giriş yapmasına müsaade etmemeli.
Müsaade ederse, ne mi olur?
Yunanistan azgınlığına hizmet etmiş olur. Tıpkı terörde ve politik konularda olduğu gibi.
Türk yetkililer, ‑bunu söylemekten utanıyorum, çünkü 4 bin yıllık devlet geleneği olan bir milletin başkalarından ahkam dilenmesi yeterince küçültücüdür‑ Yunanistan’dan, İsrail’den ve İran’dan bir devletin nasıl idare edileceği konusunda örnek almalı…
Böyle pespaye bir barış(!) politikasıyla idare edilen bir ülke, olsa olsa uluslararası arenada bir peştemalcı olur.
Ve acıdır ki, bizim devletler arasındaki pozisyonumuz, peştemalcılıktan öte bir şey değildir.
Buradan hariciyecilerimize seslenmek istiyorum:
Eğer, Yunanistan’a misliyle cevap vermezseniz, sizde onlar kadar…