Anayasa Mahkemesi’nin Dep’i kapatması son derece isabetli olmuştur.
Ve tabii, TBMM’nin, DEP’lileri, kurtarma çabaları da…
Anayasa Mahkemesi, Yargıtay Savcısı’nın açtığı davayı değerlendirerek, DEP milletvekillerinin kanlı terör örgütü PKK ile tam bir diyalog ve işbirliği içinde olduklarını belirleyerek, bu partinin kapatılmasına oy birliği ile karar vermiştir.
Anayasa Mahkemesi, bağımsız bir mahkemedir ve hukuk normlarına göre işler. Onun vereceği karar doğrudan doğruya eldeki verilere bağlıdır.
Eldeki verileri tek tek inceleyen Mahkeme’nin verdiği kararın isabetliliği şundan da belli ki, aynı partiye mensup dört milletvekilinin, bölücü örgütle yakın temasları belirlenemediği ve parti hakkında dava açıldığı esnada, parti mensubu olmadıkları için verilen karardan etkilenmemişlerdir.
Keza, bölücü örgütle ilişkileri belirlenememiş Selim Sadak ve Sedat Yurttaş da, bu karar çıkıncaya kadar milletvekilliklerini rahatlıkla icra edebilmişlerdir. Ancak, kapatılan bir parti üyesi oldukları için de elbette ki, karar Resmi Gazete’de yayınlandığı gün tutuklanıp gözaltına alınacaklar.
Biz burada şu hususa dikkat çekmek istiyoruz.
Selim Sadak ve Sedat Yurttaş, ülkede kalmakla, diğer DEP’lilere göre, vatanperverliklerini de göstermişlerdir. Yargılanacaklarını bile bile Türkiye’de kalma cesareti göstermek ve Türk mahkemelerinin yargılamalarına razı olmak, elbette ki, mahkeme tarafından dikkate alınması gereken bir inceliktir.
* * *
Anayasa Mahkemisi’nin kararı, başka açılardan da isabetli olmuştur.
Birincisi; Mahkeme, karar verirken ferasetli davranmıştır. Eski DEP’li dört milletvekilini karar dışı bırakmakla, ülkeyi, yeni bir kaosa sürüklenmekten kurtarmıştır.
Şayet bu dört milletvekili de kapsam dışına alınsaydı, ülke sonbaharda seçime gitmek zorunda kalacaktı. Bu da sıkılan kemerlerin, katlanılan ekonomik sıkıntıların heba olmasına sebep olacaktı.
İkincisi, milletvekillikleri düşürülmüş olan DEP’liler, bağmsız aday olacak, mağduriyetliklerini ileri sürerek, yeniden seçilmenin yolunu arayacaklardı. Seçildikleri takdirde de bunu, bir referandum gibi gösterip, zaten Türkiye’ye baskı uygulamak için bahane arayan Batılı ülkeler nezdinde, kullanmaya kalkışacaklardı.
Üçüncüsü; Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı, DEP’lilere kendilerini yeniden ifade etme hakkı vermiştir. Ya PKK’nın kontrolünde olmayan yeni bir siyasi yapılaşmaya gidecekler veya, bugüne kadar talimatı doğrultusunda hareket ettikleri Abdullah Öcalan‘ın militanları olacaklar. Meclise taşıdıkları terörle birlikte eski zeminlerine dönecekler.
DEP’lilerin tavırlarını elbette ki, önümüzdeki günler göreceğiz ama görülen o ki, eski hatalarını tekrarlayacak, ve çareyi, kendi ülkelerini başkalarına kötüleyerek çare arayacaklar…
Özet olarak, hangi açıdan bakılırsa bakılsın Anayasa Mahkemesi üyeleri, akıllı ve isabetli hareket etmişler.
Hukukun üstünlüğü ile, ülkenin çıkarlarını bağdaştırmayı bilmişlerdir. Çünkü öyle zamanlar var ki, feraset; dirayet ve hakkaniyetin önüne geçer…
* * *
TBMM’ye gelince…
TBMM elbette ki, yasama görevini yerine getirmek için üzerine düşeni yapacaktır.
Anayasa’daki aksaklıkları gidermek, insanlarımızın insanca yaşayabilmesi ve her türlü haklarını onurlu bir şekilde kullanabilmesi için gerekli düzenlemeyi yapmayı üstlenecektir…
Mamafih, 1982 Anayasa’sının ayıklanacak bir yığın gıll u gışı var. 84. madde, bunlardan birisinidir.
Ancak, bugüne kadar daha güçlü hükümetler gelip geçtiği halde değiştirilmemiş olan bu maddenin, Avrupa’nın baskısıyla ve sırf DEP’lileri kurtarmak için gündeme getirilmesi, parlamentoyu şaibe altında bırakmıştır.
24. Maddeye gelince…
Bizce 24. madenin son fıkrası, Türk Solu‘nun elde kalmış tek mevzii gibi duruyor. Savunabilecek hiç bir gerçekleri kalmadığı için son dönemlerde çevreci ve laik takılıyorlar.
SHP’nin bu noktadaki ısrarı, laikliğin korunmasından çok, 163. maddenin yeniden ikamesine yöneliktir. Ama zannediyorum artık, bu yolda ısrar, onların zaten erozyona tutulmuş alt yapılarını daha da eritecektir.
* * *
Sonuç olarak, Anayasa Mahkemis üzerine düşeni yapmıştır, TBMM üzerine düşeni yapmıştır. Ülkenin bir takım demokratik kuruluşlarının çıkıp tepkilerini dile getirmeleri de normaldir.
Yeter ki, sonuçta ülkenin asıl menfaatlerini temin etme hassasiyeti, öncelikli olsun.
DEP’in kapatılmasında bu hassasiyet görülmüştür. Esas olan budur.
Zaten bir ülke ancak, ne pahasına ve kime rağmen olursa olsun kendi çıkarlarını esas almarak onurlu bir ülke konumuna gelir. Herkesin keyfini yerine getiren bir ülke, olsa olsa uluslararası bir peştemalcı olur. Hiç kimse kale almaz.
Türkiye, bu tür kararları almakta göstereceği cesaret nisbetinde sözü dinlenir bir ülke olacaktır. Benim esamimin okunmadığı bir dünyada, yurtta sulh, cihanda sulh bir anlam ifade etmez.
Sonuç olarak, Türkiye onurlu ülke olmak istiyorsa kendi menfaatelerini her şeyin üstünde tutmalıdır. Zira herkese hizmet eden, herkesi memnun etmeye çalışan hiç kimseden aferin alamaz. Çünkü başkalarından takdir bekleyenler, işlerini onların rızasını talep ederek icra edenrler, saadetlerini de onlara iradesine bırakmış zavallılardır.
Nitekim peygamberimiz, “Herkesi memnun eden münafıktır” buyurur.
Türkiye, böyle cesur kararlarla rüşdünü ve büyüklüğünü isbat eder…